GDO’lu yem ve tartıştıklarımız, tartışmadıklarımız

Son iki hafta yine ülke gündeminde gıda siyasetiyle ilgili bir konu tartışıldı. Yeteri kadar tartışılmadı ama özellikle daha önce de haber yaptığımız Fikir Sahibi Damakların ve birçok gönüllünün sayesinde en azından konunun farkına varıldı. Konu ise GDO’lu ithalat ürünlerine verilen ve maalesef verilmeye devam edilecek gibi gözüken izinlerin düzenlenmesi, mevzuatının oluşturulması. Bu konuda internet üzerinden halka da fikri soruluyormuş gibi gözükse de, aslında fikrimizi soran yok. Fikrimizi bağırmaya çalışanlar var ama. Konuyla ilgili bir kampanya Fikir Sahibi Damaklar’dan geldi. Öyle ki kampanya sonunda bu ithalatın düzenlenmesi yönünde çalışan ve izinler için başvuruyu yapan TÜGİDER (Tüm Gıda İthalatçıları Derneği) üyelerinden bir şirket dernekten çekildi. Kampanya şirketlere neden bu başvuruyu yapıyorsunuz diye soruyordu ve bu yönde bir dilekçe imzaya açılmıştı. Biz bu yazıyı hazırladığımız esnada TÜGİDER’in internet sitesine ulaşılamıyordu. Bir diğer kampanya da Greenpeace’den: yemezler.

GDO’lu gıdalar ülkemize öncelikle yemler yoluyla giriyor. Bu kampanya ve her türlü itiraz, başka yollardan girmelerini önlemek amacıyla yapılıyor.  Seçeneklerimiz sadece GDO’lu gıdaların kontrollü girmesi ya da AB’de olduğu gibi bazı yüzdelerle girmesi değil, aksine henüz vakit varken hiç girmemesi, bu toprağın ne yemine ne başka bir yerine bulaşmaması. Hayır demek bir seçenek. Hayır demek gelecekle ilgili çok önemli bir karar.

Koray Çalışkan konuyu Radikal’deki köşesine taşımış ve siyasi boyutuna vurgu yapmış. Bilim insanlarına bırakılmayacak kadar önemli bir konu olduğunu anlatmış. Katılıyoruz ve ekliyoruz: Gıda, sadece GDO konusuyla değil, tüm üretim ve tüketim ilişkileriyle birlikte siyasetin esas konularındandır. Tıpkı diğer siyasi konularda olduğu gibi, burada da sadece bu konuya özgü teknik bir bakış yetersiz kalır. Bir dünya görüşünden konuya yaklaşılmalıdır. Biz yeminin tohumunu dışarıdan alan onu da GDO’lu alan bir Türkiye’de mi yaşamak istiyoruz? Gıda ve tarım politikalarında dünyayla ilişkimizi nasıl kuracağız? Gıdanın sınıf boyutunu daha ne kadar göz ardı edebiliriz? Gıdanın uluslararası siyaset ve ticaret boyutunu sadece TÜGİDER’e üye şirketlerinin isimlerinin internet sitelerinden kaybolmasıyla unutabilir miyiz?

Türkiye’de tarım ve gıda uzmanı akademisyenler ve konuyla ilgili bilgi ve tecrübe sahibi meslek çalışanları ve bizce sol partiler konuya siyasi tarafından acilen el atmalıdır. Bize bu uluslararası ve ulusal boyutlarda bu ilişkileri anlatmalılar. TÜGİDER’e üye şirketleri GDO’lu gıda ithal edelim dedirtecek piyasa koşullarını anlatmalılar. Hayır demenin ötesinde gittikçe artan bu eğilimlere karşı bir direnişi nasıl örgütleyebileceğimizi düşünmeliyiz. Sosyal medya üzerinden yürütülen bu kampanyalara kamusal alanda daha geniş bir şekilde daha örgütlü öznelerce de sahip çıkılmalı. Sadece bugünün meselesi olmayacağı 2009’da ilk büyük gündeme gelişinde belliydi. Daha önceki yazılarımızda gıdada sadece GDO değil, antibiyotik ve başka zararlı maddelerin de ithalattan bağımsız bir şekilde bulunabileceğini ya da Boğaz’da balıkların bitebileceğini anlatmıştık. Daha fazla, daha geniş kapsamlı ve daha örgütlü tartışalım. Zira karşımızdaki gıdaya dayanan sermaye yüksek düzeyde örgütlü! Ne kadar diye merak ederseniz internette en ünlü şirketlerden Monsanto’yu aratın yeter.

Website | + posts

GDO’lu yem ve tartıştıklarımız, tartışmadıklarımız” üzerine 2 yorum

Bir Cevap Yazın