Neden bu kadar geç?

1977; Little, Brown baskısı

Birkaç gün önce, Ayrıntı Yayınları‘nın John Fowles’un en önemli eserlerinden biri sayılan Daniel Martin‘i tam otuz beş yıl aradan sonra yayımlayacağının haberini yapmıştık. “İngiliz dilinin önde gelen romancılarından Fowles’un en esaslı romanlarından birinin çevrilmesi bizce kelimenin tam anlamıyla bir müjde!” diyordu Sevillaportakalı. Kitap şu anda, 12 Nisan’da piyasaya sürülmek üzere ön siparişte.

Kitabı özgün dilinden okumuş biri olarak, okuyamayanlar (ya da Sevillaportakalı’nın durumunda, okumamakta inat edenler) okuyacağı, önemli bir eser Türkçeye kazandırılacağı için sevinenlerin başını çekiyordum. Fakat bir süre sonra, aslında kitabı uzun süredir yayımlamadıkları için Ayrıntı Yayınları’na kızdığımı hatırladım ve sevincim buruklaştı: İnternet sitelerine göre 1995 yılında Fransız Teğmenin Kadını‘yla başladıkları Fowles kitaplığındaki bu büyük eksikliği gidermek için neden 2012’ye kadar beklemişlerdi?

Kitap hem mecazi anlamda hem de fiziken “büyük” — tam 720 sayfa. Elbette bu, daha uzun bir çeviri ve editörlük süreci anlamına geliyor. Kaldı ki Fowles’un kitapları kolay metinler değillerdir; ortaya kaliteli bir iş çıkabilmesi için çok çaba sarf etmeyi gerektirirler. Ayrıntı Yayınları, bu konuda gerçekten özenli davranıyor. Bir başka uzun süre beklenen romanın, Jack Kerouac’ten Yolda‘nın son sayfalarında, kitabın yayın sürecini anlatıyor, bu kadar uzun aradan sonra Türkçeye –yeniden– kazandıracakları kitaba ne kadar temkinli ve dikkatli yaklaştıklarına değiniyorlar. Yine de yeraltı edebiyatı dizisinin planlanması ile kitabın basım tarihi arasında geçen sürede, yani sekiz on yıllık dönemde başlı başına bir roman yazılır, diye düşünmekten alamıyor kendini insan. Edebiyat ve genel olarak kültür çalışmalarında, titiz davranmak elbette çok önemli. Peki bu, ivediliğin önemsiz olduğu anlamına mı geliyor?

2012; Ayrıntı Yayınları baskısı

Yayıncıların okurlara karşı büyük bir sorumluluğu vardır. Yeri geldiğinde yazarlar ve kitaplar, piyasanın satış beklentilerinden bağımsız olarak yayımlanmalıdırlar. Hatta yeri geldiğinde yayıncı tarafından beğenilip beğenilmemesinden bağımsız olarak da yayın listelerine alınmadırlar: Çünkü bu, bir kültür hizmetidir. Çünkü tüm önemli eserlere Türkçe ulaşılabilinmelidir.

Sırf ulaşabilmek de yetmez. Nitekim Ayrıntı da Yolda‘nın eski çevirisini yeniden yayına hazırlarken bunu göz önünde bulundurduğunu belirtiyor. Bu konuda en güzel olumsuz örnek, Maksim Gorki… Gorki’nin en önemli eserleri birçok yayınevi tarafından yıllardır basılıyor. Ama bunların arasında ancak bir iki tanesinin çevirisi iyi kabul edilebilir. Bu iyi çevirilerin de ne kadar iyi baskılar (tashih, sayfa düzeni vb.) olduğu tartışmaya açık. Dahası, Gorki külliyatı elliye yakın roman, öykü ve denemeden oluşuyor — Türkçede bunların yalnızca on kadarına, o da kalitesiz ve darmadağın bir şekilde ulaşılabiliyoruz.

Evet, düzen de bir başka kıstas. D. H. Lawrence’ın eserlerinden çoğu güvenilir yayınevlerinden, güvenilir çevirilerle yayımlandı. Fakat hiçbir yayınevi bütün bir Lawrence külliyatına girişmedi. Yazarla tanışmak isteyen okurların internette eserlerinin yayımlanma tarihlerini incelemesi, hangilerini hangi yayınevlerinden bulabileceğini araştırması gerekiyor. Ayrıca belli başlı romanları tekrar tekrar çevrilirken, arka planda kalan eserleri hiçbir zaman Türkçeleştirilmemiş oluyor. Hele denemeler, mektuplaşmalar, anılar ve günceler çok nadir basılıyor. (Nerede Fowles’un günlükleri? Nerede George Orwell’in inceleme ve eleştiri yazıları? Nerede John Steinbeck’in mektupları?)

Klasik eserlerde böyle bir karmaşa söz konusuyken telifli kitaplarda daha iyisini beklemek belki de komik. Kitabın yurtdışı hakkını almak söz konusu olduğunda zaten işin içinde bir başka değişken girmiş oluyor. Bu durumda perde arkasını bilmeden yorum yapmak tehlikeli. Yine de örnek olarak Shirley Jackson’ın Siren Yayınları’ndan yalnızca Tepedeki Ev‘inin yayımlandığını, Álvaro Mutis’in yalnızca üç kitabının basıldığını ve birinin tükenmiş olduğunu, Roberto Bolaño’nun üç kitabının Metis Yayınları’ndan çıkmasından sonra başyapıtı sayılan 2666‘nın yayın listelerine uymamasına rağmen Pegasus Yayınları’ndan çıktığını verebiliriz.

Fowles’a geri dönmek gerekirse: Ayrıntı, telifli bir yazar olan Fowles’un Türkiye’deki tek yayıncısı. Çevirileri iyi; baskıları bana sorarsanız, sıkışık sayfa düzeni ve kalitesiz kâğıt yüzünden okumayı zorlaştırıyor, ama bu halde bile bir şekilde yıllardır okunuyor. Yazarın bugüne kadar sekiz tane eserini basmışlardı, bildiğimiz kadarıyla başta Koleksiyoncu ve Fransız Teğmenin Kadını olmak üzere çoğu birden fazla baskı yaptı. O halde, çeviri ve editörlük sürecini de göz önünde bulundursak bile, Ayrıntı Daniel Martin‘i neden bu kadar geç yayımladı?

Tabii ki bu meseledeki tek muhatabımız Ayrıntı değil. Yukarıda verilen örneklerin yanı sıra daha birçok yazarın eserleri Türkçeye çevrilmiyor yahut yarım yamalak çevriliyor. Daniel Martin bunlardan yalnızca biri. Ama biz, kaliteli yayıncılık yapanlara yine de saygıyla sormak istiyoruz: İvedilik de bu işin önemli bir parçası değil mi dostlar?

Website | + posts

Neden bu kadar geç?” üzerine 5 yorum

Bir Cevap Yazın