70’ler boyunca içine kapanık bir ülke olan Türkiye, 80 darbesinden sonra Turgut Özal hükümeti iktidarında dünyaya entegre olma çabalarında, aslında oldukça şaşırtıcı bir çabuklukta hareket etmekteydi. Henüz glasnost ve perestroykadan ibaret küreselleşme dalgasının gelmekte olduğunu çok iyi gören, vizyonlu bir politikacı olan Özal, yeni bir paradigmayla hareket etmekte, cumhuriyet tarihinin kurumlarıyla doğrudan çatışmayı göze alamasa da (bu konudaki asıl kapışmayı ANAP iktidarından yaklaşık on beş yıl sonra hükümet olacak AKP ve Recep Tayyip Erdoğan’a bırakacaktır), darbenin getirdiği askeri vesayet altındaki Türk siyasetinde oldukça radikal hamleler yapmaktaydı. “Benim memurum işini bilir”, ya da “anneanneme şeyimi takar dürttürürüm sizi” gibi dikkat çekici(!) demeçlerin sahibi başbakan, bir yandan fırsatçılığı kitlelere ve bireylere yayarken, diğer yandan kapitalist dünyayla bütünleşmeyi sağlamaktaydı. Ferhan Şensoy, bu dönemi Köşedönücü dizisinde pek güzel yansıtmıştır.
Bu dünyayla bütünleşirken kütlesel değişim geçirme hadisesinin kültürel yanı da elbette eksik kalamazdı. Köyden kente göç eden ezilmiş kitleler, kendisini, devletin o zamanlar yok saymayı tercih ettiği arabeskte bulurken, kentte yaşayan ve laik eğitim sisteminde batılı kültürel değerlere doğru itilen gençlerin bir kısmı da kendilerini heavy metalle ifade etmekteydi.
O zamanlar henüz death, grind core, noise core gibi marjinal türler pek taraftar bulamamakta, en demonik grup olarak bilinen Venom bile pek dinlenmemekte, armonik olmasa da daha melodik ve bol distortion soslu, Iron Maiden, Judas Priest, Exodus, W.A.S.P., Helloween gibi Anglosakson ya da Anglosaksonlara yakın duran gruplar gençler arasında sevilmekteydi.
Bu dönemde Türkiye’de bandrollü yabancı kaset oldukça az bulunmakta, hele hele heavy metal gibi kötücül müziklerin örneklerine kolay rastlanmamaktaydı. İlk çıkanlar arasında Black Sabbath’ın en güdük kadrosuyla yaptığı, Ethernal Idol, Mötley Crue’nün çekilmez Girls girls girls, açılımı oldukça tartışma konusu olmuş W.A.S.P.’ın Inside the electric circus albümleri vardı.
Bir de bunların yanında, keyfi şekilde hazırlanmış, Heavy Metal Shock gibi derlemeler piyasaya çıkmıştı. Fikri hakların mülkiyeti diye bir tartışma, bu tür kavramların izdüşümü henüz bulunmayan ülkemizde söz konusu değildi. Bu boşluktan ve denetimsizlikten faydalanan kimi DJ, stüdyo ya da “kasetçi” dükkânı sahipleri, tamamen kişisel seçimlerinden oluşan söz konusu derlemeleri satışa sunmuştu. Bu düpedüz yasadışı olan girişimler, pek çok metal sever gencin, tek bir kaset aracılığıyla çok sayıda rock ya da heavy metal gurubunu tanımasına önayak olmuştu.
Heavy metal ve hard rock, endüstriyel ilişkilerin ortasında yalnızlaşan ve çaresizleşen batılı bireylerin isyanının doğurduğu bir akımdı. Öfkeliydi, isyancıydı ve düzenden mutsuzdu. Avrupa’da bu durum, görülmemiş sertlikte, marjinal müzik topluluklarını doğurmakta olsa da, bunu absorbe edecek kültürel derinlik mevcuttu ve demokrasi, bu kesimlere hoşgörüyle (veya umursamazlıkla) bakılmasına yetecek kadar içselleşmişti. Oysa işler Türkiye’de hiç de böyle değildi.
Tarihi boyunca, birey yetiştirmeyi değil, tebaa oluşturmayı hedefleyen bir imparatorluğun ardından kurulan Türkiye, görünürde reddettiği ama fiiliyatta mirasını devraldığı imparatorlukla benzer bir yöntem izlemekteydi. Kişiliğinin ve özünün farkında olan bireyler yetiştirmek, genç cumhuriyetin kaygıları arasında yoktu. Varlığını, milletinin varlığına armağan edecek fedakâr vatandaşlardan oluşan bir ulus meydana getirmek, her şeyden önemliydi. Bunun için gerektiğinde tarihi çarpıtmak, gayrimüslim azınlıkları ülkeden sürecek tertipler hazırlamak ve askeri müdahaleler dahi kullanılabiliyordu. Üstüne üstlük, gelenekler ve yerleşik kültür, isyanı, sıradışılığı hiç hoş görmemekteydi. (Engin Ardıç’ın metalcilere olan öfkesini dile getirdiği bir yazısına buradan ulaşabilirsiniz.)
Bu durum, 80’lerin Türk metalcileri için ciddi açmazları da beraberinde getirmekteydi. Saçı uzun diye bir mahalle kahvesinden boşalanlarca dövülmek, bir metalci için sıradan bir tehlikeydi. Benzer şekilde, kimi zaman deri kıyafetleri, dikkat çekici saçlarıyla camide namaz kılan ve inançlarını bu şekilde cümle aleme ispatlayan, siyah tişörtlü gençler çokça görülürdü. Kanlı 1980 darbesinden sonra, memlekette isyan etmeye cesaret edecek pek kimse kalmamıştı. Ama Kenan Evren’in bizzat işaret ettiği adaşı emekli asker Turgut Sunalp‘in partisini seçimlerde alaşağı edip daha ilk seçimlerde iktidara gelen Turgut Özal’la, toplumun yapısı da bir parça değişmeye başlamıştı; onun liderliğindeki Türkiye ithalat, döviz, hayali ihracat, alışveriş merkezleri, enflasyon, modernleşme, liberal ekonomi, özelleştirme gibi daha önce ya hiç bilinmeyen ya da tabu olan kavramlarla, hızla başka bir ülkeye dönüşmekteydi. Pek çok tabu yıkılıp gelir dengesi bozulurken, Türkiye insanlarının metalciler ve onların uzun saçlarından çok daha önemli meseleleri vardı. Üstelik artık yurtdışına çıkmak yasak değildi ve batıyla yeni kurulan uluslararası ilişkiler sayesinde, oralarda olup biten herşey artık buralara da taşınıyor, normalleşiyordu. Özal’ın Türkiye’si, heavy metalin gittiği yokuş yukarı yoldaki eğimin bir parça da olsa azaldığı bir ülkeye dönüştü.
Metalciler, 80’lerin sonunda kendilerine ait mekânlara sahip olmaya başladılar. Ortaköy Kültür Merkezi’ndeki eski tiyatro sahnesi, konser mekânı olarak kullnılmaya başlandı. Taksim’de, Kadıköy’de ve Bakırköy’de açılan kimi dükkânlar, aksesuar, kaset, vinil, poster gibi eşyalar satarak, bu altkültürün Türkiye’de kendine bir yaşam alanı açmasını, tanınmasını sağladı. Sayıları arttıkça, marjinallikleri yerini sıradanlığa, tepkiler umursamazlığa bıraktı. 90’lara girildiğinde, heavy metal ve bu akımın takipçileri, stadyum konserlerine kavuştular. Tıpkı batılı heavy metal severler gibi, artık onlar da isyanlarını, kimseye zarar vermeden dışavurabiliyorlardı. Turgut Özal’ın 1993’teki ölümüne dek süren siyasi hayatı, Türkiye’de heavy metalin de yükseldiği yıllar oldu. Bugün, Türk heavy metal severlerinin, ülkenin sekizinci cumhurbaşkanının ruhuna bir fatiha okumaktan imtina etmemesi gerekir.
(“Yurtta metal, cihanda metal”in birinci bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.)
Optimusminimus, kendini gezdirmekten yorulup ruhunu gezdirmeyi tercih eden, asgari müşterekler arayışında, tembel bir hoş seda düşkünüdür.
[…] yaklaşmakta olan darbe ve sıkıyönetim, arabesk üzerindeki baskıyı gevşetmeyecek, arabesk, Turgut Özal cumhurbaşkanlığı dönemine dek daha on yıl zincirlerinden […]