Hip hop’un doğuşu ve yükselişi III: Yeni dünyanın ortak paydası

Hip hop, 90’lı yıllarda patlama yapıp, modern müzik türleri içinde sağlam bir yer edinmeyi başarmıştı. Ancak 2000’ler yaklaşırken, Amerikan hip hop dünyası, art arda gelen suç ve şiddet eylemleriyle sarsıldı. Önce Tupac Shakur, Mike Tyson’ın bir karşılaşmasından dönerken silahlı saldırıya uğradı ve yedi günlük hayat mücadelesini kaybetti. Hip hop dünyası şok ve yas içindeydi.

Bir yıl sonra, doğu yakasının bir başka önemli müzisyeni Notorious B.I.G., Los Angeles’ta halen çözülemeyen bir cinayete kurban gitti. B.I.G.’in Life After Death (Ölümden sonra hayat) adlı albümü, öldürülmesinden yalnıza birkaç gün sonra piyasaya çıkacak ve tüm zamanların en çok satan hip hop albümlerinden biri olacak; kadınlara yönelik şiddet içerikli sözleriyle tanınan B.I.G.’in dul eşi, ölümünün ardından kadına şiddet karşıtı eylemlerde boy gösterecekti.

Cinayetler, Big L‘in Harlem’de ve daha sonra 2000’lerde Run DMC üyesi Jam Master Jay’in New York’ta öldürülmesiyle devam etti. Suç ve şiddet, Amerikan gangsta hip hop dünyasının asli bir parçası gibiydi ve gangsta hip hop, en fazla dinleyici çeken türdü. Puff Daddy adını kullanan Sean John Combs, müzikal başarısı dışında, Justin’s isimli bir restaurant zincirine ve kendi adıyla anılan bir tekstil markasına sahip olarak, en saygıdeğer isimlerden biriydi. Ancak o bile, yanında o zamanki sevgili Jennifer Lopez olduğu halde, New York’ta bir gece kulübünde silahlı çatışmaya girmekten çekinmiyordu.

Cinayetler ve hip hop müzisyenlerinin aldığı cezalar, plak şirketlerinin hükümet tarafından uyarılmasına yol açtı. Böylece plak şirketleri, dans müziğine daha yakın, daha “şirin” sözler içeren müzikler üretilmesi için sanatçılarla toplantılar yaptı. Bununla beraber, kültür endüstrisi, durumdan çok şikayetçi değildi. Reebok, Jay-Z ve 50 Cent‘in isimlerini verdiği modeller çıkartıyor, Burger King, Puff Daddy’yle büyük bir reklam anlaşması yapıyordu. Yüksek satış geliri sağlayan hip hop tekstil ürünleri ve aksesuarlar, şirketleri başka ürünler de aramaya yöneltti. Roc-a-Fella Records adlı müzik şirketi, alkollü içecek pazarlamasına bile girişti. Şirket, Jay-Z’nin bir parçasında Belvedere adlı vodkanın adını geçirmesiyle bu fikri edinmişti.

The Marshall Mathers LP, siyahların egemenliğindeki gangsta hip hop’tan farklı bir sesin de piyasada var olabileceğinin göstergesiydi. Beyaz bir müzisyen olan Eminem, bir haftada 1,7 milyonluk satışıyla tüm zamanların en hızlı satılan hip hop albümünün sahibi ünvanını aldı. Albüm, oldukça kişisel bir çizgide, müzisyenin ailesi, eski eşi, uyuşturucu sorunları, müzik endüstrisiyle ilişkilerine dair sözlere sahipti. Bu haliyle gangsta hip hop’ın konularından farklı bir alandaydı. Eminem daha sonra, Oscar adayı olacağı 8 Mil adlı yarı otobiyografik filmle hip hop’un yeraltı dünyasına da göz atıyordu.

Ek olarak, Limp Bizkit, Kid Rock ve Korn gibi gurupların rock müziği ile hip hop’ı buluşturdukları melez türler de 2000’lerin başında çıktı ve büyük kabul gördü. Hip hop’ın tüm dünya müziği üzerindeki etkisi artarak devam ediyordu. Ve bu etki, hip hop’ın sürekli kendini yenileyen, değiştiren alt türleriyle günümüzde de devam edecekti.

2000’ler globalleşmenin hızını artırdığı, dünyanın küçüldüğü yeni bir çağın başlangıcı oldu. Bunda teknolojik gelişmenin ve ucuzlamanın da büyük payı vardı. İnternet; televizyon, radyo ve yazılı basına bir alternatif oluşturarak, insanların daha fazla bilgiye, daha hızlı ve daha çok kanaldan ulaşmasını sağladı. Her tür kültürel ürün ve elbette müzik de, internet aracılığıyla legal ve illegal yollardan dünyaya çok daha hızlı yayılıyordu. Hip hop, doğduğu ve ana bir müzik türü haline geldiği Amerika kıtasının dışında da patlamasını 2000’lerde gerçekleştirdi.

Bronx’ta doğuşundan yaklaşık 40 yıl sonra hip hop, Tunus’tan Londra’ya dünyadaki toplumsal isyanların müziği haline gelmişti. Dünyanın farklı yerlerinde, yaşadıkları topluma göre farklı sorunlarla karşılaşan genç insanların öfke, tutku ve isyanları hip hop’la dile geliyordu. Geçtiğimiz yıl Londra’da bir siyahın öldürülmesiyle başlayan olaylar, tıpkı 2005 yılında Paris’teki ayaklanmalar ve 1992’de Los Angeles’teki isyanlar gibi, genç insanların neokapitalizm döneminde nasıl yaşamın kıyısına itildiklerini ve devletlerin onlara şiddetle karşılık vermekte nasıl çekincesiz olduğunu gösteriyordu.

Ama hip hop, dünyada sadece siyasi ve muhalif yönleri sebebiyle sevilmedi. Bunun en ilginç örneklerinden birini Japonya’da görmek mümkün. Japonlar hip hop müziğini değil, bu kültürün tamamına bir sevgiyle yaklaşıyor ve hatta bazen bu sevgileri oldukça ileri boyutlara taşınabiliyor. Sadece bol kıyafetler, grafiti ya da dansla yetinmeyen bazı Japon hip hop severler, saçlarını kıvırcıklaştırmaya, solaryum salonlarında esmerleşmeye ya da makyajla Afroamerikalılar gibi koyu renk bir tene ulaşmaya çalışıyorlar. Kelime anlamı pek de hoş olmayan Burapan adlı bu akımı ve Japon hip hop müziğinin en güncel konularının yemek, cep telefonları ve alışveriş olduğu göz önüne alınınca, Japonya’da hip hop’ın bambaşka bir anlamı olduğu ortaya çıkıyor.

Oysa Arap dünyası için hip hop gerçek bir siyasi enstruman oldu. Tunuslu hip hop müzisyeni El Général, “President Your People are Dying” (Başkan, halkın ölüyor) ve “Tunisia, Our Country” (Tunus, vatanımız) gibi muhalif sözler içeren şarkıları yüzünden tutuklanmış, ancak bu, Arap baharının sembollerinden biri olmasına engel olamamıştı. Kaddafi karşıtı gençlerin marşı haline gelen parçalar da, Libyalı hip hop şarkıcısı Ibn Thabit’e aitti. Filistinli DAM gurubunun da ana teması, bölgenin ve kendilerinin en büyük sorunu olan İsrail-Filistin anlaşmazlığı. Avustralya, Avrupa ve Amerika’da yaşayan Arap diasporası da bu politik tavıra, içinde yaşadıkları toplumlarda karşılaştıkları ifade özgürlüğü, dışlanma, ırkçılık gibi temaları müziklerine taşıyarak katılmakta. Hip hop Arap dünyasında o kadar güçlü bir ifade yolu ki, babası terörist suçlamasıyla tutuklu bulunan Mohammed Kamel Mostafa gibi müzisyenler, Hamas ve Hizbullah gibi siyasi partilerin sözcülüğünü müzikleri aracılığıyla yapmakta, cihat çağrılarını seslendirmekteler.

Ortadoğu’nun hip hop aracılığıyla dünyaya iletilen bir başka özgürlük çığlığı da yakın tarihte İran’dan geldi. 12 Haziran 2012, İran’daki seçimler sonrası çıkan olayların üçüncü yıldönümüydü. 20 bin kişinin tutuklanmasıyla sonuçlanan olaylar, pek çok ülkeden müzisyenin katılımı ile kaydedilen “Songs of freedom for Iran” adlı toplama albümle anılmakta. Güney Afrikalı İnsan Hakları mücadelecisi rahip Desmond Tutu da, albümün açılışını bir parçaya bizzat katılarak yapmış.

Demokrasi, özgürlük ya da ekonomik sorunlarla görece olarak daha az mücadele etmek zorunda olan ülkelerdeki durum kimi zaman daha farklı olabiliyor. Almanya ve Fransa, Amerika’nın gangsta hip hop’ının Avrupadaki versiyonunun çok popüler olduğu ülkeler ve hip hop Neo Naziler arasında oldukça sevilen bir müzik türü. Şarkılarda, “Salutiert, steht stramm, Ich bin der Leader wie A” (Ayağa kalk, kulak ver, ben de “A” gibi bir önderim; A, burada Adolf Hitler’e işaret etmekte) gibi sözler görmek pek de şaşırtıcı değil. Elbette siyasi kanadın diğer tarafından da şiddet çağrısı yapan sesler duyulabiliyor. Fransız hip hop müzisyeni Kery James’ Idéal J, otorite karşıtı ve aşırı sağcılara yönelik sert sözleriyle bilinmekte.

Güney Amerika, hip hop’ın ABD’deki doğuşuna büyük katkılar veren Latin dünyası sebebiyle, hip hop kültürünün yaygın olduğu bir kıta. Özellikle Brezilya, Afrika’yla birlikte ABD dışındaki en büyük hip hop çevrelerine sahip bölge olarak gösterilmekte. São Paulo, hip hop’ın Brezilya’daki kalbi olarak görülüyor ve çoğunlukla devlet ve yasayla sorunları olan, ekonomik yoksunluklarla, şiddetle içiçe, favelas adı verilen gettolarda yaşayan fakir insanların hikâyelerini anlatan temaları konu ediniyor. Meksika’da da benzer bir durum var. Hip hop, 90’ların ortasında Cypress Hill’in ABD’de büyük başarı kazanmasıyla ülkede yaygınlaşmış ve giderek daha çok sevilen bir müzik halinde. Küba’da ise devletin müzisyenlere verdiği desteği hip hop’çılardan da esirgememesi, hip hop müziğinin bu güzel adada da sevilmesinin yolunu açmış.

Hip hop’ın uzak köklerine ev sahipliği yapan Afrika’da en sevilen müziklerden birinin hip hop olması kimseyi şaşırtmıyor olsa gerek. Çok sayıda farklı ve zengin kültüre sahip kıta, Togo, Tanzanya, Senegal, Kenya gibi, özgün ve üretken bölgelerde, uluslararası üne sahip müzisyenler de çıkartmakta. Ritme dayalı yerel müziklerden kolaylıkla beslenen hip hop, belki de kara kıtanın en sevilen ve yaygınca icra edilen müzik türü. O kadar yaygın ve doğal ki, Ugandan’nın geçtiğimiz yıl seçilen başkanı Yoweri Museveni bile, seçim kampanyasında bizzat hip hop parçaları seslendirmişti; Togo’da ise hip hop, farklı kabile ve bölgelerden gelen gençlerde ulus bilincinin ve vatanseverliğin pekiştirilmesinde çok önemli bir siyasi etken olarak görülmekte.

Hip hop, pek çok kültüre nüfuz ederken, müzik, sanat ve bu kültürle ilişkili tüm diğer öğeler de dönüşmeye, değişmeye ve uluslararası bir boyuta ulaşmaya, ama köklerine de sadık kalmaya devam ediyor. Her ne kadar kapitalist dünyanın sembol kendi New York’ta doğmuş bir kültür de olsa, bugün dünyada özellikle gelişmekte olan sancılı bölgelerde, isyanın, muhalefetin ve umudun sesi olmakta. İktidarın baskıcı, muhalefetin zayıf, demokrasinin kırılgan, insanların kaderine razı olduğu ülkelerde, bir kaç doz hip hop iyi gelir. Bu durumda olduğunu bildiğiniz ülkelere gönül rahatlığıyla önerebilirsiniz.

(“Hip hop’un doğuşu ve yükselişi”nin birinci bölümüne buradan, ikinci bölümüne buradan ulaşabilirsiniz. Dünyada ve Türkiye’deki heavy metal tarihi için bakınız.)

Optimusminimus, kendini gezdirmekten yorulup ruhunu gezdirmeyi tercih eden, asgari müşterekler arayışında, tembel bir hoş seda düşkünüdür.

Website | + posts

Hip hop’un doğuşu ve yükselişi III: Yeni dünyanın ortak paydası” üzerine 2 yorum

Bir Cevap Yazın