“Hâlâ mı Yobazlar?”

Cumhuriyet Gazetesi
Cumhuriyet gazetesinde, kitabın tefrikası devam ederken yayımlanan haber.

Hüseyin Rahmi Gürpınar, Türk edebiyatının en önemli isimlerinden biri. Ellinin üzerinde eseriyle de aynı zamanda en üretken yazarlarımızdandır. Ne yazık ki ölümünden sonra eserleri sadeleştirilerek yayımlandığı için uzun bir süre yazarın kaleminden çıkan özgün metinlere ulaşamamıştık. Bu noktada gerçekten bir kahraman olarak atılan Everest Yayınları, son birkaç yıldır Hüseyin Rahmi külliyatını, orijinal metinleriyle yayımlamakta (üstelik  Şıpsevdi, Mürebbiye gibi daha popüler eserlerin sadeleştirilmiş baskılarını da dileyene alternatif olarak sunmakta).

Everest baskılarında kimi zaman yazarın mektupları, makaleleri vb. de yer veriliyor. İşte aşağıdaki, Hüseyin Rahmi’nin, İnsan Önce Maymun muydu?‘ya gelen bir okur tepkisine verdiği yanıt. İnternette yabancı yazarların, sanatçıların mektupları bolca bulunuyor (örnek); biz de bunları zaman zaman Türkçeleştiriyoruz. “Hâlâ mı Yobazlar?”la başlayarak, Türkçe yazarlarının da kayda değer notlarını sizlerle paylaşmayı planlıyoruz.

Türk edebiyatında ve Türkçe yayıncılıkta sadeleştirmeler, sadeleştirilmeyen metinlerin yayına hazırlanış biçimi, tartışmalı meselelerdir. Biz de bu haftaki Pazar Yorumu köşemizde Hüseyin Rahmi örneğinden yola çıkarak konuya biraz değineceğiz. Şimdilik, siz sevgili okurlarımızı, insanlık tarihinin hiç değişmeyen sorunsallarından biriyle baş başa bırakıyoruz.

——

Hâlâ mı Yobazlar?*

 Bir softanın, Hüseyin Rahmi Beye yazdığı mektup…

Üstat Hüseyin Rahmi Bey’in gazetemizde tefrika edilmek­te olan ve bizde ilk ilmî roman ol­mak itibariyle me­rakla okunan İnsan Önce Maymun muydu?’da taassupla serbest fikir çarpışıyor. Romandaki filozof Mualla ile softa Enis Buhari bu iki akidenin mümes­silidirler.

Dikkate layık bir roman mevzuu haline getirilen bu fikir mücadelesi ne hazindir ki söndü sandığımız kara kuvvetten hâlâ bakiyeler mevcut olduğunu ispat etmektedir.

Hüseyin Rahmi Bey, Fatih’ten postaya verilmiş bir mektup almış ve azılı bir softa kaleminden çıktı­ğı anlaşılan bu galiz ve küfür hali­tasına, sırf gençliği ikaza vesile ol­mak üzere bir cevap yazmıştır. Üs­tat bu mektupta diyor ki:

Perde arkasından din hayali oy­natan hocaya,

Muhterem efendim,

Çok ihtiyar ve hatta bunak üslubunuzun altına sizi seven genç­ler imzasını koymuşsunuz. Hem şahsınızı saklıyorsunuz hem de gençlere iftira atıyorsunuz. Sizin gibi düşünen, yazan kalmadı. Ne genç ne ihtiyar… Bu yalancılık ve müfterilik kabahatinizi saffetinize bağışlıyorum.

Mektubunuzu okurken uluorta saçmalayan bir vaizin kürsüsü önün­de uyuklar gibi oldum. Fazıl mısınız? Değil; sözleriniz aksi hali­nizi gösteriyor. Âlim misiniz? De­ğil; Arabî kelimelerde imla yanlışlarınız var. O halde nesiniz? Müstear imzanıza rağmen ne oldu­ğunuzu sözleriniz pekâlâ anlatıyor. Sizi gene sizden dinleyelim.

Okuyucularımın aflarına sığınarak mektuptan aynen bir parça naklediyorum, ibare gayet çetrefil, sebk ve rabttan âridir. İşte:

“Sizi hakiki bir edip zannediyor­duk. Fakat maalesef birtakım kendisine filozof süsü veren hiçbir kanun-ı ilahî veya tabiî, fizyoloji ilimleriyle alakası olmayan, sırf bunları bir nam bırakmakiçin yıkmaya yeltenen kimselerin eserlerini neşretmekle ancak laik hükümetimizin teveccühlerini kazanmaktan başka bir şey olamaz.”

Gördünüz mü beni seven gençlerin aşağısı yukarısını tutmayan patavatsız, beceriksiz, vaizkârî üs­luplarını? Bu yazı acemiliğini bir tarafa bırakalım. Ya devrilen çam kütüklerine ne diyeceğiz? Mantığa ve sözde intizama alışmamış bir di­mağın gelişigüzel savurduğu saçma­lar. Şu halinizi bilseniz de ağzını­za ve kaleminize hiç yakışmayan fizyoloji, felsefe, tabiiyât gibi kelimelerle kâğıt üzerinde baş göz yararak, çocukça kaydırak oynamasanız!

Bir nam bırakmak için yıkmaya yeltenen kimselerin eserlerini neşrediyormuşum. Kim bu kimseler? Nazariyesinden bahsettiğimiz Darwin mi? Yoksa romandaki Mualla Efendi mi? Darwin sizinki gibi mutaassıp kalemlerin sarsak dahmeleriyle değil, dünyanın top tüfeğiyle yıkılamayacak bir dehadır. Filozof Mualla ise muhayyel bir şahıstır. Binaenaleyh eser onun değil benimdir. Kendi kendine dolup boşanan bir hava tüfeği gibi boşuna atıp duruyorsunuz.

Böyle adamların eserlerini neşretmekle hükümetin teveccühünü kazanmak da az tuhaf hezeyanlar­dan değildir. Hükümet insanın maymundan azman olduğunu ispat edene mükâfat vereceğine dair bir müsabaka açmadı.

Romanın mevzusuyla felsefe ve fizyoloji arasında hiçbir münasebet yokmuş! Bu lafı da maşa ile tutul­muş bir fare gibi bahisten dışarıya fırlatıyorum.

Dinleyiniz, gene hocam yazıyor:

“Rica ederim, bu yeni İlmî eser diye beşeriyet düşmanı olmakla tanınan birtakım kimselerin mülevves nazariyelerinin yerine içtimaî hayatımızın hakiki cehaletimiz ve halihazırın çirkin sebeplerini tasvir edebilseniz bin kat daha hayırlı olur.”

Bu vaizkârî sözler arasından in­san hemen hemen sarıkla çakşırı görür gibi oluyor. Hocam taassup âmâsıyla gözleriniz o kadar kararmış ki önünüzün iki karış ötesini görmüyorsunuz. Beşeriyet düşmanı diye Darwin ve emsali dehalara de­necek, mülevves nazariyeler de onların eserleriolacak değil mi?

Halihazırın çirkin sebepleri: La­iklik, tiyatrolar, sinemalar, balolar, danslar, sporlar, konferanslar, gazeteler, laik neşriyat, kadın tuvalet­leri, ilahare… Elinize kocaman bir meydan süpürgesi alarak bir cami faraşı gibi bu çirkinlikleri ortadan silip süpürebileydiniz siz cennetlik olurdunuz; biz de cehennemlik.

Fikrî seviyenizin bu düşkünlüğüyle müdafaasına kalkıştığınız davayı ilâ değil, ifsat ediyorsunuz.

Bu eserim cahil kimseleri dalalete sevk etmekten başka bir şey de­ğilmiş, ya siz beni açıktan açığa halihazırın aleyhine teşvik ediyor­sunuz ya… İhtilal kimin ruhundan do­ğuyor hocam?

Ben dinimi bilmiyormuşum. Ya siz okuduğunuzu anlamıyor, yazdığınızı anlatamıyorsunuz ya… Din kuvvetinin sizde idrak ve izan şek­linde hiçbir tecellisi görülemiyor.

Ben Mızraklı İlmihal’den** imtihan olmak, vaizlerden din öğrenmek sıralarını çoktan geçirdim.

Nazariyelerimin mülevvesliğinden, yazılarımın iğrençliğinden bah­settikten sonra bu berbat eseri dikkatle okuduğunuzu söylüyorsunuz. Gözlerinizin nuruna yazık değil mi? Niçin bu kadar dikkatle levse eğiliyorsunuz? Ne maksatla bu me­seleyi parmağınıza dolamak hırsına düştünüz?

Bu noktada söylenecekler çoktur. Saffetinize acıyarak susuyorum. Gazetelere, kahvehane pey­kesi üzerinde kurşunkalemle karalanmış dinî ültimatomlar gönder­mek sevdasından vazgeçiniz. Benim de size halisâne tavsiyem budur.

Romanımdaki muhayyel Karagümrüklü Enis Buhari Efendi nasıl cism ü can bularak Fatih’ten karşı­ma çıktı? Hayretler içindeyim!

Hüseyin Rahmi

 


* Tefrika devam ederken Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan haber. (y.n.)

** İslam dininin ilkelerini öğreten, kapağında mızrak resmi bulunan ilmihal kitaplarından biri. (y.n.)

Website | + posts

“Hâlâ mı Yobazlar?”” üzerine 8 yorum

  1. […] * Dün aynı zamanda Hüseyin Rahmi Gürpınar‘ın 70. ölüm yıldönümüydü. Yazarın Heybeliada’daki şu an müze olan evinin meslek kursuna dönüşmesi söz konusu. İBB meslek kursu açacak başka ev mi bulamadı, diye düşünüyor insan ister istemez. Eminiz ki Gürpınar hayatta olsaydı son derece hicivli bir laf yapıştırırdı. Örnek isteyenler, hiç eskimeyen yazarın hiç eskimeyen şu sorusuna göz atabilirler: “Hâlâ mı Yobazlar?“  […]

Bir Cevap Yazın