Ölümlü dünya

Dünya, maalesef geçtiğimiz kısa dönemde çok sayıda kıymetli müzisyenini yitirdi. Vadesi dolan gidiyor diyerek durumu özetleyebilsek de, bu üstadları anmadan geçmek yakışıksız olur. İşte üç vefat haberi:

Ünlülerin gurusu: Ravi Shankar

70’li yılların başı. Londra’da bir konser salonunda büyük bir kalabalık toplanmış. Sahnede, Hintli müzisyenler enstrümanlarının başında, üstatları Ravi Shankar‘ı beklemekteler. Shankar, sahneye gelip sitarını alıp, selam vermeksizin, sırtı sahneye dönük halde bir dizi notayı tekrar ederek çalmaya başlıyor. Kısa süre sonra, sahnedeki diğer müzisyenler de ona katılıyorlar ancak bu durum uzun sürmüyor ve seyircilerin alkış tufanı müziğin duyulmasını engelliyor. Shankar bunun üzerine kadife gibi yumuşak sesiyle mikrofona dönüp, “Sitarımı akord etmeye çalışmam bile bu kadar hoşunuza gittiyse, konseri de beğeneceğinizi ummam boşuna olmasa gerek,” diyor.

Beatles ve The Byrds üyeleriyle olan yakın münasebeti, Ravi Shankar’a büyük bir popülarite getirmişti. Dönemin bu meşhur grupları, kuzey Hindistan’ın eşsiz müzik aleti sitarı kayıtlarında da kullanmışlar, böylece Shankar’ı ve alameti farikası enstrümanını dünyaya tanıtmışlardı. Ama ününü sadece buna borçlu olduğunu iddia etmek haksızlık olur.

Shankar, bu durumu kendi açısından “George Harrison’ın gurusu olmak, pek çok genç insana Hint müziğini tanıtmak açısından çok güzel ama bu müziğin ciddiyetini geniş kesimlere anlatamamak açısından da kötü,” diye özetlemişti. Gerçekten melodi ve ritme dayalı Hint müziği, batı müziğinden farklı olarak armoni ve çoksesliliğe sahip değildi; derin, duygusal ve hipnotik bir ruhu vardı. Bu haliyle batılı gençler üzerinde gerçekten sihirli bir etki yapıyordu. Bu da çeşitli uyuşturuclara ve mistik ritüellere meraklı dönemim “çiçek çocuğu” gençliğine çok çekici gelmişti. Shankar’ın Woodstock ve Monterey’e bile davet edilmesi kimseyi şaşırtmamıştı.

Yehudi Menuhin‘den John Coltrane‘e kadar sayısız büyük müzisyen, kariyerine dansçı olarak başlayan, zengin bir Brahman ailenin oğlu Shankar’ın müziğinden etkilendiğini gizlememişti. 1930’larda odaklandığı sitar kadar, Avrupalı müzik aletlerine de ilgi gösteren Shankar, çeşitli üniversitelerde klasik Hint müziği alanında eğitim verdi. 1997’de yerleştiği San Diego’da, geçtiğimiz aralık ayında, 92 yaşında noktalanacak yaşamının sonuna dek öğretim üyeliğine devam etmişti.

Tulsa’nın medarı iftiharı: Patti Page

Oklahoma, Tulsa yakınlarında, pamuk işçiliği yapan fakir Fowler ailesinin on bir çocuğundan biriydi. 1927 yılında Clara Ann Fowler adıyla doğmuştu. Elektiriği bile olmayan bir kulübede yaşarlarken, “Page Süt Ürünleri” adlı bir firmanın sponsorluğundaki bir radyo programında söylediği parçayla, bir anda tanınmış, adı da “Patti Page” konmuştu. Clara, daha on sekiz yaşındaydı ve 50’li yılların en büyük yıldızlarından biri olacaktı.

Tennesse Waltz, 1950 yılında Amerika’da tam 7 milyon adetlik satışa ulaşıp adını tüm ülkeye duyurduğunda, Clara da Patti’ye dönüşümünü tamamlamıştı. 50’ler onun yılları oldu. Ardı ardına gelen hitler, kendine ait TV programları, kapalı gişe konserler onu zirveye taşımış, adını müzik tarihine yazdırmıştı. Bu arada evlenmiş ve çocuk sahibi de olmuştu.

1950’lerdeki büyük başarısının ardından, Page bir daha zirveye yakın olmadı. Birkaç başarısız film denemesinden sonra kariyeri parlak günlerine dönmedi. Ama New York Times‘ın yazdığı gibi, güncel pop tarzında aranje edilmiş country parçaları, onun şerbet gibi sesine çok yakışıyordu. 1999’da Carnegie-Hall’da verdiği konser, ona bir Grammy ödülü kazandırdı. Ama hepsi buydu.

1 Ocak 2013 tarihinde hayata gözlerini yumduğunda, Page 86 yaşındaydı ve uzun zamandır bir huzurevinde ikamet etmekteydi.

Orijinal bir çılgın: Kevin Ayers

Kevin Ayers, Soft Machine

Uzun boylu, yakışıklı ve zevk düşkünü ilgi çekici ve sıradışı bir kişiliğe sahipti ve psychedelic müziğin anavatanı, 1960’ların İngiltere’sinde bu çok makbul bir durumdu. Syd Barrett gibi kült bir karakterin yakın arkadaşıydı, Hendrix‘le turneye çıkmıştı ve adı William Burroughs‘un bir kitabından alınan, Soft Machine adlı bir rock gurubuna üyeydi.

Mike Ratledge, Daevid Allen ve Robert Wyatt, Oscar Wilde hayranı bu gencin diğer takım arkadaşlarıydı. Soft Machine, Pink Floyd ve King Crimson‘la birlikte İngiliz psychedelic müziğinin temel taşlarını oluşturmuştu. İlk albümleri Volume One, müthiş bir beğeni kazanmış, konserden konsere koşmalarını sağlamıştı. Ama Kevin’in hayali bu değildi. O bugünün birçok modern romantiği gibi, Akdeniz kıyısında bir köyde yaşamayı diliyordu. Her şeyi ve Soft Machine’i terk edip Ibiza Adası’na yerleşmişti ama müzik endüstrisi onu kolay kolay rahat bırakacak değildi. Ayers’i bir solo albüm yapmaya ikna ettiler. Joy of a Toy adlı bu albüm, John Peel tarafından da tasdik edildiği üzere, 1969 yılının en iyi mahsüllerinden biriydi.

Ayers, aralarında muzlara olan tuhaf tutkusunu anlattığı Bananamour adlı albümün de olduğu solo kayıtlarla kariyerine devam etti ve ara sıra İspanya’nın muhtelif sahillerinde, adalarında yaşamak üzere ortadan kaybolarak 2000’li yıllara kadar geldi. Ama o eski çılgın ve hızlı günlerinin uzağındaydı. Artık güney Fransa’daki köy evinde, dikkat çekmeden, basit ve alkole boğulmuş bir hayat sürmek tek istediğiydi. Öyle de yaptı ve bir daha hiç stüdyoya girmedi. Müzikle ilişkisi, on beş yıl yaşadığı Montolieu adlı köyün kahvesinde ara sıra gitar çalmaktan ibaretti.

Ayers 18 şubat 2013’te hayata gözlerini yumdu.

Website | + posts

Ölümlü dünya” üzerine bir yorum

  1. yazı yazıldığı sırada Müslüm Gürses henüz hayattaydı. Yoksa, geçtiğimiz kısa sürede hayatını kaybeden müzisyenler arasında onun da adını saymak gerekirdi.

Bir Cevap Yazın