Victor Hugo: “Medeniyetin bu çok karanlık ânında, sefilin adı insandır”

Yaşamı boyunca çeşit çeşit eser veren Victor Hugo, günümüzde yine de Notre-Dame’ın Kamburu ve Bir İdam Mahkûmunun Son Günü gibi birkaç eseriyle tanınıyor. Elbette en meşhur eserinin Sefiller olduğu su götürmez bir gerçek. Kitapla ilgili ilgisiz birçok kişinin adını bildiği romanın ne kadar okunduğuysa başka bir mesele. Çok kalın olmasının yanı sıra kısaltılmış çocuk kitabı baskılarına ve filmlerine de yaygınca ulaşılabildiği göz önüne alınırsa aslında pek de fazla okunmadığını varsayabiliriz herhalde.

Victor Hugo’nun Mösyö Daelli’ye Sefiller üzerine yazdığı aşağıdaki mektup, edebiyat severleri meraklandıracak, bu dev romanı okumaya teşvik edecek nitelikte. Hugo, romanını anlattığı bir mektupta bu kadar çarpıcı sözleri kaleme alıyorsa, kitabın kendisinde neler yazmıştır acaba, diye düşünmeden edemiyor insan.

Mektuptan sonra Hugo okumak için esinlenenler, Notre-Dame’ın Kamburu ve Bir İdam Mahkûmunun Son Günü için İş Bankası ve Can yayınlarına bakabilirler. Sefiller‘in eksiksiz ve güvenilir baskısı şu an İletişim Yayınları’nda mevcut; ama bize bu mektubu (ve başka birçok mektubu) bulup çeviren Birsel Uzma’nın Sefiller çevirisinin de yıl sonuna kadar Oğlak Yayınları‘ndan çıkacağını bu vesileyle duyurmuş olalım. Uzma’nın en sevdiğimiz çevirilerinin başında Gargantua ve Pantagruel ile Maupassant’ın öyküleri geliyor. Tüm çevirilerinin listesine Robinson’un sitesinden ulaşılabilir. (Des Lettres aracılığıyla.)

Hauteville-House, 18 Ekim 1862

Sefiller kitabının tüm halklar için yazılmış olduğunu söylerken haklıydınız beyefendi. Herkes tarafından okunacak mı bilmiyorum ama ben herkes için yazdım. İngiltere’ye olduğu kadar İspanya’ya, İtalya’ya olduğu kadar Fransa’ya, Almanya’ya olduğu kadar İrlanda’ya, köleleri olan cumhuriyetlere olduğu kadar, serfleri olan imparatorluklara da hitap etmektedir. Toplumsal meseleler sınırları aşar. İnsan türünün yaraları, dünyayı kaplayan o geniş yaralar, dünya haritası üzerine çizilmiş mavi ya da kırmızı çizgilerde son bulmuyor. İnsanın cahil ve umutsuz olduğu her yerde, kadının kendini ekmek parası için sattığı her yerde, çocuğun bir şeyler öğrenebileceği bir kitabın ve ısınabileceği bir ateşin eksikliğini çektiği her yerde, Sefiller kapıyı çalar ve şöyle der: Açın kapıyı, sizin için geldim.

İçinde yaşadığımız medeniyetin bu çok karanlık ânında, sefilin adı insandır; her iklimde can çekişmekte, her dilde inlemeye devam etmektedir.

Sizin İtalya’nız da Fransa kadar muaf değil kötülükten. Sizin o hayran olunası İtalya’nız yüzünde tüm sefaletlerin izlerini taşıyor. Yoksulluğun çılgın bir biçimi olarak eşkıyalık sizin dağlarınızdan doğmadı mı? Çok az millet vardır ki, eni konu ortalığa sermeye çalıştığım manastırlar denilen o ülser tarafından bu kadar derinlemesine yenilip bitirilsin. Roma’nız, Milano’nuz, Napoli’niz, Palermo’nuz, Torino’nuz, Floransa’nız, Sienna’nız, Pisa’nız, Mantova’nız, Bolonya’nız, Ferrare’niz, Cenova’nız, Venedik’iniz, kahramanlıklarla dolu bir tarihiniz, görkemli harabeleriniz, muhteşem abideleriniz, büyüleyici şehirleriniz olabilir ama siz de bizim gibi fakirsiniz. Harikalar kadar böceklerle de dolu ülkeniz. İtalya’da güneşin göz kamaştırıcı olduğuna şüphe yok ama ne yazık ki, gökyüzünün maviliği insanların üzerinde paçavralar olmasını engellemiyor.

Sizin de bizim gibi önyargılarınız, batıl inançlarınız, zorbalıklarınız, bağnazlıklarınız, cehaletten doğan gelenekleri destekleyen kör kanunlarınız var. Damağınızda geçmişin tadı olmadan ne bugünün tadını çıkarabiliyorsunuz ne de geleceğinkini çıkarabileceksiniz. Sizin de barbarınız var, keşişiniz var, lazzaroni’niz var. Sizin toplumsal meseleleriniz de bizimkinden farksız. Sizde açlıktan ölen daha az ama ateşli hastalıktan ölen daha çok; sağlık bilginiz bizimkinden çok daha iyi değil. Karanlıklar, İngiltere’de Protestan, İtalya’da Katolik; ama farklı isimler altında da olsa, sizin dilinizdeki piskoposun İngilizcedeki piskopostan farkı yok ve gece her zaman orada bir yerlerde ve aşağı yukarı hep aynı nitelikte. İncil’i iyi açıklayamamak ya da İsa’nın öğretisini iyi anlayamamak, hep aynı. Devam etmeye gerek var mı? Bu iç karartıcı paralelliği daha da ayrıntılarıyla tespit etmeye gerek var mı? Sizin yoksullarınız yok mu? Aşağıya bakın. Sizin asalaklarınız yok mu? Yukarı bakın. Bu iğrenç dengenin iki tepe noktası, sürekli yoksulluk ve asalaklık. Terazinin bu acılı dengesi, sizin önünüzde de bizim önümüzde olduğu gibi ağır ağır sallanmıyor mu? Medeniyetin kabul ettiği tek ordu olarak, öğretmenler ordunuz nerede? Ücretsiz ve zorunlu okullarınız nerede? Dante’nin, Michelangelo’nun vatanında herkes okumayı biliyor mu? Kışlalarınızı liselere dönüştürdünüz mü? Sizin de bizim gibi zengin bir savaş bütçeniz ve gülünç bir eğitim bütçeniz yok mu? Sizin de bizim gibi, kolaylıkla askerliğe dönüşen, pasif bir boyun eğişiniz yok mu? Garibaldi’nin, yani İtalya’nın yaşayan onurunun üzerine ateş açılması emrini verecek kadar ileri giden bir militarizminiz yok mu? Toplum yapınızı bir gözden geçirip ne noktada olduğuna bakalım, en belirgin suçunu görelim, kadını ve çocuğu gösterin bana. Bu iki zayıf varlığın çevresini saran koruma düzeyi medeniyet düzeyinin ölçüsüdür. Fahişelik Napoli’de Paris’te olduğundan daha mı az dokunaklı? Kanunlarınızın dayandığı gerçeklik ve mahkemelerinizden çıkan adalet ne düzeyde? Şu karanlık sözcüklerin anlamını bilmeme mutluluğu yaşıyor olabilir misiniz tesadüfen: kamu adına kovuşturma, meşru suçlar, kürek, darağacı, cellat, ölüm cezası! İtalyanlar, sizde de işler bizdekinden farksız, Beccaria öldü ama Farinace yaşıyor. Ayrıca bir de mantık durumunuza bakalım. Ahlaki ve siyasi kimliği kabul eden bir hükümetiniz var mı? Kahramanlara genel af uyguluyorsunuz! Fransa’da da benzeri bir şeyler yapıldı. Neyse, sefaletlere geri dönelim, hepimizin bir sürü olduğu kesin; bu konuda siz de bizim kadar zenginsiniz. Bizim gibi sizde de çifte lanetleme yok mu? Hem papazın sözü üzerine dinî açıdan hem de hâkimin kararıyla toplum tarafından lanetlenmiyor mu sefiller? Ey yüce İtalya halkı, yüce Fransa halkına benziyorsun sen de. Yazık! Kardeşlerim, siz de bizim gibi “Sefiller”siniz.

İçinde bulunduğumuz karanlığın dibinde, cennetin uzaklardaki, ışıklar içindeki kapılarını bizden daha açık göremiyorsunuz. Fakat papazlar yanılıyor. Bu kutsal kapılar arkamızda kalmadı, önümüzde duruyor.

Özetleyeyim. Bu kitap, Sefiller, bizim olduğu kadar sizin de aynanız. Bazı insanlar, bazı toplumsal sınıflar bu kitaba karşı isyan ediyor, anlıyorum. Aynalardan, gerçekliğin sözcülerinden nefret edilir ama bu onların faydalı olmalarını engellemez.

Bana gelince, ben herkes için yazdım, ülkeme karşı büyük bir aşkla ama Fransa’yı başka bir halktan daha fazla düşünmeden yazdım. Yaş aldıkça basitleştiriyorum kendimi ve gitgide vatansever değil, insanlık-sever oluyorum.

Zaten çağdaş eğilim ve Fransız Devrimi’nin yaydığı ışık da bunu gerektiriyor. Kitaplar, medeniyetin git gide genişleyen yapısına cevap vermek için, yalnızca Fransız, İtalyan, Alman, İspanyol, İngiliz olmaktan vazgeçmeli ve Avrupalı olmalıdır; daha da ötesini söylüyorum, insani olmalıdır. Buradan yeni bir sanat mantığı ve her şeyi, hatta bir zamanlar dar olan koşulları, zevkleri ve dili de değiştiren bazı birleşimlere ihtiyaç doğuyor; bu alanlarda da ilerleme gerekiyor.

Fransa’da, bazı eleştirmenler beni Fransız zevki olarak adlandırdıklarının dışında olmakla eleştirdi; çok mutlu oldum; bu övgüye layık olmak isterdim.

Sonuçta, elimden geleni yapıyorum, evrensel acıyı hissediyorum ve hafiflemeye çalışıyorum, insanın aciz güçlerinden başka bir şey yok elimde ve herkese haykırıyorum: Yardım edin bana!

İşte beyefendi, mektubunuz bende bunları söyleme isteği yarattı; bunu sizin için, ülkeniz için söylüyorum. Bu kadar ısrar etmemin nedeni, mektubunuzdaki bir cümlenizdir. Bana, “Çok sayıda İtalyan, ‘Bu kitap, Sefiller, bir Fransız kitabı. Bizi ilgilendirmiyor. Fransızlar tarih gibi okusun, biz roman gibi okuyalım,’ diyor,” diye yazmışsınız. Yazık! Tekrarlıyorum, İtalyan ya da Fransız, sefalet hepimizi ilgilendirir. Tarih yazılmaya, felsefe oluşturulmaya başladığından beri, sefalet insan türünün üzerindeki giysidir; sonunda bu paçavraları parçalayıp atmak ve yerine, halkın çıplak bacakları üzerine, şafağın geniş pembe örtüsü ile geçmişin meşhum kilidini koymak gerekecek.

Bu mektubun bazı kafaları aydınlatabileceğini ve bazı önyargıları dağıtabileceğini düşünüyorsanız, yayımlayabilirsiniz beyefendi. Saygılarımı kabul etmenizi dilerim.

VICTOR HUGO

Fransızcadan çeviren: Birsel Uzma

Website | + posts

Victor Hugo: “Medeniyetin bu çok karanlık ânında, sefilin adı insandır”” üzerine 2 yorum

Bir Cevap Yazın