2014’ten Kalanlar // Müzik

2013 zor bir yıldı, Gezi tam anlamıyla damga vurmuştu 2013’e. Zihinleri, bedenleri, vicdanları ağır mesaiye gark etmiş; güçlüğüyle, yeşerttiği ümidiyle, barındırdığı öfkeyle yaşadığımızı hissettirmişti bize. 2013’ün selefi bu yüzden biraz ruhsuz, biraz yavan geldi. Olayımız eksik kalmadı elbet ama yüzümüz pek az güldü 2014’te. Yolsuzluklar, yasaklar, hastalıklar, iş kazaları, ölümler, ölümler, ölümler… Neyse ki insanlık bize ümit de verdi. Elbette sanatla, sinemayla, edebiyatla ve müzikle. Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi, Koltukname ekibi olarak —KoltuknameOptimusminimus ve Sevillaportakalı— 2014’te haşır neşir olduğumuz albümler, filmler ve kitaplardan bir demet sunmak istiyoruz. İşte 2014’ün parçalı bulutlu ruhunu bizim için renklendirenler.  (Filmler için buraya, kitaplar içinse buraya buyurabilirsiniz. Geçtiğimiz yılların listeleri ise burada.)

Basitliğin mükemmelliği: Lost in the Dream / The War On Drugs

homepage_large.9419e472The War on Drugs’la yeni tanıştığımızı itiraf etmemiz gerek. Onlar üçüncü albümlerine ulaşmış ama gözden kaçmayı da başarmışlar. Neyse ki daha fazla gecikmeden kendileriyle müşerref olduk. Siz henüz olmadıysanız ve neye benziyor bu diyorsanız, biraz Springsteen alın ve üzerine bol vokalli Bob Dylan gezdirin, Tom Petty’yle karıştırın ve üstüne Fleetwood Mac serpin. Tüm bu harika müzisyenlerin karışımı size güzel çağrışımlar yapıyor olmalı.

Gerçekten de öyle. Lost in the Dream, uzun zamandır bütünüyle başarılı olan az sayıda albümden birisi. Parçaları birbirinden ayırmak zor ama “An Ocean in Between the Waves”, “Burning” ve kuşkusuz büyük bir hit olan “Red Eyes”, bu klasik rock tınısındaki albümde biraz daha öne çıkanlar diyebiliriz. Sadelik ve basitlikte güzelliği arayanlar için taze bir mücevher adeta.

Kendilerini tez vakitte canlı da izlemeyi umut ediyoruz, zira videolardan gördüğümüz canlı performansları da çok dikkat çekici.

Bu bir saatlik albümü dinleyin, kayıp bir saat olmayacağı garanti.

Yıllanmış bir şarap tadında: Syro / Aphex Twin

Aphex_Twin_Foldface_Photo_2014_2_750_750_90_sAphex Twin, sentetik müziğin dehalarından. O gerçek bir müzik yapıcı, üretici, şaşırtıcı. Elektronik müzikten hazzetmiyor olabilirsiniz, mesafenizi korumak istiyor olabilirsiniz; ama Aphex Twin’e kayıtsız kalamazsınız.

Syro, artık 40’lı yaşlarını süren Aphex Twin mahlaslı Richard D. James’in bir geçiş albümü gibi. Ama imzasını attığı her şeyde olduğu gibi burda da dikkat çekici. Hatta öyle dikkat çekici ki, sürekli değişen, karmaşa içinde dolaşan, sarmalanan sesleri, sırf meraktan takip eder hale geliyorsunuz.

Albümü eski moda bulanlar çıkacaktır ve evet, çok yenilikçi olduğunu iddia etmek de zor. Ancak zarif, kaygan ve çoğunlukla dinleyicisini zorlayıcı olmayan bir hendesenin ürünü Syro, en mutlu olmasa da, en tarifsiz anlarınıza eşlik etmek için birebir.

Kırılgan bir zarafet: Are We There / Sharon Van Etten

jag255cvrsmlAmerikan müziği, 2000’lerin ilk on yılına yayılan tutukluğunu bir kenara bırakmış görünüyor. 11 Eylül travması sonrası duyguların, içtenliğin, hüznün köksaldığı toplumda Sharon Van Etten gibi gamlı müzisyenlere daha sık rastlanıyor.

Sharon’ın zaman zaman hipnotize edici derinlikte yürek titreten sesi, bu albümün en güzel anlarını kaplıyor. “Taking Chances”, İstanbul’da daha yeni ağırladığımız Cat Power’ı ya da popüler Lana Del Ray’i pek bir hatırlatsa da, bütünüyle bunu tarif eden bir parça.

Parçalar gerek besteleri gerek düzenlemeleriyle, Sharon’ın zarif sesini bolca kullanmasına yetecek alanı yaratıyorlar. Hanım kızımız da dinleyicilerin duygularını alt üst etmek üzere yeteneğini sınırlarında kullanıyor.

Bununla birlikte, köşedeki barda söyleyen genç bir yetenek samimiyetini ve hevesini hissettirmekte ise hiç zorlanmıyor. Ama uyaralım, aşk acısı çekmekteyseniz, “Tarifa”, “Every Time The Sun Comes Up”, “Our Love” gibi hicran yarası şarkıları dinlemeyi erteleyin. İstanbul tarfiği köprüde intiharları kaldıramıyor artık.

Psychodelic zombilere yer açın: Commune / Goat

ArticleSharedImage-21622Deneysel müzik herkes için bir çekince alanı olabilir. Deneysellik dozuna göre çekince kaçışa dönüşebilir. Ama Goat’un bu dozu mükemmel ayarladığını söylemek yanlış olmaz.

Commune albümünü dinlemek, hem zaman makinesine binmek hem de küresel bir seyahate çıkmak gibi. Kendinizi kimi zaman kavimler göçüne sahne olan Orta Asya’da kimi zaman insanlığın yeşerdiği Afrika’da kimi zaman da 70’lerin Avrupa’sında bulabilirsiniz. Ya da Goat’ın sunduklarına zaman ve mekândan münezzeh de, diyebilirsiniz; yanlış olmaz. Fakat şu kesin: Goat, size hep şaşırtıcı bir kabare oynayacak.

O kabarenin arka planında cayırtılı bir gitar, Türki melodiler ya da düzensiz vokaller olabilir. Bununla birlikte, bunların arzettiği bütünlükte şaşırtıcı bir estetik bulmamak da elde değil. Şerbetli tatlı yerken yoğurdu ihmal etmeyenler, neden bahsettiğimizi daha iyi anlıyor olabilirler.

Goat müziğini değerlendirmek, bir kategoriye sokmak mümkün değil. Parçaları herhangi bir müzikal kalıp açısından değerlendirmek de. Goat müziğini sunuyor ve herkesin bireysel değerlendirmesine bırakıyor. Dolayısıyla dinleyip nefret etmek ya da ilgiye boğmak elinizde. Adeta soyut bir resim gibi, birçok çağrışıma izin veriyor ama gerçekte ne olduğu konusunda tam bir fikir edinemiyorsunuz. Çünkü herkesin hissettiği kendine münhasır oluyor.

Goat, insan dimağının sınırlarını sergileyen, hem dinlenmeye hem de izlenmeye değer bir grup. Bir tadına bakın, beğenmezseniz yemezsiniz.

Website | + posts

2014’ten Kalanlar // Müzik” üzerine 3 yorum

Bir Cevap Yazın