Müzeyyen Senar’ın ardından: Benzemeyecek kimse sana

muzeyyensenarbbc

Muhtemelen biliyorsunuz, pek de hazzetmediği unvanıyla “Cumhuriyet Divası”nı kaybettik. Uzun, dopdolu hayatı boyunca neredeyse tüm Cumhuriyet tarihine tanıklık eden, görkemli sesiyle kurucusu dahil bir ülkeyi kendine hayran bırakan Müzeyyen Senar, artık yok. Koltukname olarak ardından bir kaç kelam etmememiz elde değil.

Senar’a benzemeye çalışan, ona öykünen ya da en basitinden bu büyük icracıyı kıskanıp kendine diva diyenler hep oldu. Ama o hep kendi kulvarında, farklı bir konumda olmayı başarmıştı. Ne bir neslin TRT radyolarından sadece sesiyle bildiği Samime Sanay, Serap Mutlu Akbulut, Mediha Şen Sancakoğlu gibi nadide solistleri; ne tüm sıradışılığına, değişkenliğine, şaşırtıcılığına rağmen sanat güneşi; ne popüler arabeskten de kaçmayan, magazin basınının gözdesi ve ülkenin belki de en afili şarkıcısı Bülent Ersoy onun durduğu yerdeydi. Eğer Syd Barrett gibi, ardından ağıt yakacak beceride bir grubu olsaydı, muhtemelen “Parılda çılgın elmas” misali bir şaheser de bugün onun için söyleniyor olabilirdi. Zira tıpkı Barrett gibi biraz sıradışı bir karakter, elmas gibi kıymetli nadir bulunur bir sanatçıydı.

Senar, sağlık sorunları sebebiyle uzun zamandır sahnelerden elini eteğini çekmişti gerçi; ama halen var olduğunu bilmek, sanki Türk klasik müziğinin o derin damarlarında akan kanın topluma ulaşmasının güvencesi gibiydi. Senar, klasik müziğin geleneklerinden asla kopmadan, sıkıcılaşmadan, modernizmin tehlikeli sularından sakınarak halka bu karmaşık müziği aktarmayı nerdeyse bir ömür boyu başarmıştı. Neşet Ertaş‘ın halk müziği geleneğini tavizsizce izlerken toplumun gözünde yerleştiği zirvenin bir benzerine de Senar oturmuştu.

Senar, bir asra yakın ömründe neredeyse ülkenin tarihine tanıklık etmişti. Anılarının en bilinenleri arasında da Atatürk’ün sık sık kendisini şarkı söylemek üzere sofralarına davet etmesi vardı. Senar Gazi’ye defalarca konuk olmuş, repertuvarını kaydettiği defterini ona bırakmış, böylece Gazi her ziyaretinde istediği şarkıları peçeteye yazmak yerine, defteri eline alıp “şunu söyle kızım, sonra bunu söyle” şeklinde iletebilmişti. Senar’ın defterin içerdiği yaklaşık 600 şarkının tamamını bilmesi Atatürk’ü pek şaşırtmış ama mutlu da etmişti. Bugün bizlerin iPod’larla ya da akıllı telefonlarla gönlümüzce dinlediğimiz müziğin keyfini 1930’larda tatmış olmak, Atatürk için mucizevi olmuş olsa gerek.

Tarihin bu büyük karakteriyle, devlet adamıyla böyle yakın bir ilişki kurmak, hem de daha 19 yaşında balolarda dans edecek kadar samimi olmak Senar’ı şüphesiz çok etkilemişti. Bu kadar genç bir kızın karizmatik bir devlet başkanına hayran olması kolay anlaşılır bir durum olsa gerek. Kendisine bu konuda sıkça yöneltilen Gazi Paşa’nın çapkın olup olmadığı yönündeki sorulara Senar hep olumsuz cevap vermiş ama kendisi “ayarlı” bir kız olsa durumun değişebileceğini kahkahalar arasında belirtmişti. Atatürk’le olan ilişkisi, genç yaşta yaptığı ve berbat giden evliliğinin bitmesine de vesile olmuş, bir Türkiye geleneği olan koca dayağıyla dolu bu izdivaç, rollerin değişip bir gün genç Müzeyyen’in eşinin kafasında vazo kırmasıyla noktalanmıştı.

Zaten aşktan yana şansı hiç yaver gitmemişti Senar’ın. Gerçi Alaattin Yavaşça‘ya göre herkes Senar’a âşıktı. Misal, Selim Arı tüm bestelerini onun için yapardı. Hatta sahnedeki sanatçının ayakkabısından içki içme miti Senar için bir rivayet değil gerçekti. “Ayağım büyüktür, benim ayakkabımdan rakı içen zom olur,” diye bu konuda latife etmeyi de ihmal etmemişti. Ama Müzeyyen’e olan bu aşk daha “farklı”, hayranlık dolu, sanatına yönelik bir aşktı. Evlilik denemeleri de pek başarılı sayılmazdı. Ali Senar Bey’le yaptığı ilk evliliği tatsız sonlanmış, sonrasında Galatasaray’lı futbolcu Ercüment Işıl’la evliliği, iki çocuğu olsa da yürütememişti. O Ercüment Bey yüzünden kendini üçüncü kattan atmıştı oysa. Aşktan değil de sinirden demişti bu intihar girişimi için ya, bir ömür çekeceği bel ağrısı o üçüncü kattan kömürlüğe düşüşün yadigârıydı. Büyük bir aşkla tutulduğu Suudi Arabistan’ın Ankara sefiri Tevfik Hamza Bey’le olan evliliği ise topu topu üç yıl sürmüş, bu “muhteşem” adamla severek etraf yüzünden ayrılmışlardı.

Senar’ın yaşayamadığı, doyamadığı aşkların kederi, yıkılmayan karakteri, korumayı başardığı neşesi, sesine ve tarzına da yansımıştı adeta. Yaşadıklarıyla ve aldığı eğitimle demlenen sesi onu ülkenin en aranan solisti yapmıştı. Oysa çocukken kekemeydi, hatta durum o kadar vahimdi ki, şarkı söylemediği anlar dışında ne dediği anlaşılamıyordu. Bu yüzden sofrada tuzu hicaz makamında istiyor, misafirleri uşşak makamında yolculuyordu. Üsküdar Musiki Cemiyeti’ne gidip gelmeye başladığında yıl 1931’di ve Selahattin Pınar, Mustafa Nafiz Irmak, Saadettin Kaynak gibi büyük büyük üstadlar, satranç oynasalar “büyükusta” olacak müzisyenler Müzeyyen Senar’ın yörüngesindeydi.

On yıllarca Türkiye’de eğlencenin, gece hayatının tarifi olacak olan gazinolara solist olması da bu yıllara tekabül etmişti. 14-15 yaşlarında “Haydar Haydar“, “Ormancı“, “Feraye” ve adeta Senar için yazılmış Fehmi Tokay bestesi “Benzemez kimse sana“yla ünlenmişti. Kariyerinin ilk yıllarında üzerine yapışan bu şarkılar, bir asra dayanan uzun ömrü boyunca ondan en çok talep edilen eserler oldu. Belki de bu büyük eserleri icrasındaki özgünlük ve içtenlik sayesinde Senar’ın popüler-popülist çizgiye kaymasına hiç gerek kalmadı. Oysa Türk klasik müziğinin pek çok büyük ismi “arabesk” adı verilen daha kolay tüketilen türe kaymakta beis görmemişlerdi. Senar bu akımın içine girmemekle birlikte Arap müziği etkisinin yoğun hissedilmeye başladığı 40’lı yıllarda adeta bir katalizör rolünü belki de bilmeden oynamıştı. Türk müziğinin yasaklanması sonrası Mısır radyosuna ve filmlerine yoğun ilgi gösteren Türk toplumuna, Mısırlı Ümmü Gülsüm‘ün filmlerde çalınan şarkılarını Türkçe sözlerle seslendirmişti.

16 Temmuz 1918’de Bursa’nın Pınarbaşı Köyü’ndeki evin oturma odasında “Hikmet” olarak başlayan yaşamı, 8 Şubat 2015 gününün sabahında İzmir’de “Müzeyyen” olarak sonlanırken, bu büyük solist bize Türk klasik müziğini keşfetmek için geniş bir hazine bıraktı. 5000’den fazla kayıtta Türk müziğinin akla gelen gelmeyen sayısız kalsiğini özgün şekilde yorumladı. Üstüne basarak, vurgulayarak seslendirdiği kelimeler şarkıların ruhunu bize ulaştırdı. O ruh Senar’a göre güftelerdeydi ve sırrı onları anlayıp hissederek ses vermesindeydi:

“Şarkı güfte demektir, güfteyi anlarsam, hissedersem, içime işlerse güfte, o zaman şarkı söyleyebiliyorum. Çünkü ben güfteyi halkıma anlatıyorum anladığım gibi.”

Website | + posts

Müzeyyen Senar’ın ardından: Benzemeyecek kimse sana” üzerine 2 yorum

  1. Yazınızı genel anlamda çok beğenmeme rağmen, sanat güneşimizi Bülent Ersoy , Samime Sanay, Mediha Şen gibi isimlerle bir tutmanızı çok yanlış buldum. Müziğimize yıllarını vermiş, dişiyle tırnağıyla zirveye çıkmış ve hala bile o zirveden inmemiş büyük bir sanatkâra saygısızlıktır bu. Sanat müziğine bambaşka bir ruh, bambaşka bir soluk katmış ve yılların emeğinin karşılığı olarak “Sanat Güneşi” gibi bir unvana layık görülmüş, bu unvanın içini sonuna kadar doldurabilmiş bir sanatçıdan bahsediyoruz. Dolayısıyla Zeki Müren her yönüyle bambaşka ve erişilemez bir noktadadır, o Cumhuriyetin Divası’ndan kesinlikle daha aşağıda değildir veya o saydığınız isimlerle asla bir değildir. Kendisi yaşça Senar’dan küçük olduğundan ondan sonra ünlenmiştir fakat Zeki Müren gerek sanatıyla gerek kişiliğiyle en az onun kadar sevilmiş ve yüceltilmiştir, ki zaten bunu sonuna kadar hak etmektedir.

Bir Cevap Yazın