Isherwood: “Bir şekilde bir şeyler söylediğimi hissediyorum ama ne söyledim, bilemiyorum”

İngiliz yazar Christopher Isherwood, W.H. Auden’la birlikte Amerika’ya taşındıktan 13 yıl sonra, 1952’de, Don Bachardy’yle tanıştı. Isherwood 48 yaşındaydı. Bachardy ise 18’ine daha yeni girmişti. Aralarındaki büyük yaş farkına, öfke nöbetlerine, geçici ayrılıklara ve aldatmalara rağmen ikili Isherwood’un 1986’daki ölümüne kadar, tam 34 yıl birlikte kaldı.

İşte Isherwood’un Bachardy’ye yazdığı aralarındaki karmaşık ilişkiye ışık tutan bir mektup:

Keşke konuşabilsek! Mesela iki gece önce aslında bir şeyler içmeye gittiğim evde kalmıştım; sadece ve sadece sarhoşken araba kullanmamı istemedikleri için. Ama bunu sana söyleyemedim çünkü bunu sana söylemek, bundan rahatsız olduğun manasına gelecekti — ve bu, asla konuşmadığımız türde rahatsızlık. Ya sadece şakaya vuruyoruz ya da sinirleniyoruz. Ah, ipuçları bulmak adına birbirimizin yüzünü inceleyerek, sesimizi dinleyerek sürekli bir poker oyunu oynadığımızı görünce –tıpkı bu sabah açık bir şekilde gördüğüm gibi– öyle üzülüyor ve bunalıyorum ki. Sonra mesela sen, Dobbin tuhaf bir ruh hali içinde, diyorsun ve ortam gerilmeye başlıyor. Ben de bunu bildiğim için gerginlik azalsın diye rol yapmaya başlıyorum ve her şey daha kötü oluyor. Sen de hep aynısın. Ama her nasılsa her zaman benden daha samimi görünüyorsun. Böyle bir lüksün olduğu için mi bu? Senden korkuyor muyum? Evet, bir açıdan korkuyorum. Ama neredeyse daha çok korkuyor olmayı dileyeceğim. Bunu nasıl açıklayabilirim? Zor. Ama ne demek istediğimi açmak adına; geçen gün Dobbin’in eskiden gardiyanken şimdi mahkûm olduğunu söylediğinde öyle mutlu oldum ki. Keşke bu hep geçerli olsa. Mazoşizm mi? Öf, ne ad verdikleri kimin umurunda! Tek bildiğim böyle hissetmem yanlış değil… Tüm bunları yazdım ve belki şimdi buraya kadar okuduktan sonra, ne megolamanyak bir adam, diyeceksin. Onunla hiç alakası olmayan başka bir sürü sorunum var, diyeceksin. Evet, bunu biliyorum. Ama senin sorunlarını konuşmak istediğimi söylersem yine, sadece o sorunlara sahip olmaya çalıştığım yanıtını verebilirsin… Bu mektubu göndereceğim çünkü bilmeni istediğim bir şey varsa o da seni önemsediğim. Birbirimizi yanlış anladığımızda gerçekten ıstırap çekiyorum. Ama bir yandan da birini önemsemekten bahsetmenin saf egotizm olduğunun da farkındayım. Öf, siktir… Bir şekilde bir şeyler söylediğimi hissediyorum ama ne söyledim, bilemiyorum. Seni seviyorum. C.

(The Paris Review aracılığıyla.)

Vladimir Nabokov’dan eşine aşk mektupları

Véra ve Vladimir Nabokov, Montreaux, 1968. (Fotoğraf: Philippe Halsman; Brain Pickings aracılığıyla.)

Geçtiğimiz yüzyılın en büyük yazarlarından Vladimir Nabokov, aynı zamanda eşi Véra’yla yaşadığı büyük aşkla da tanınıyordu. İkilinin mektuplaşmaları, geçtiğimiz yıl İngilizcede yayımlandı. Brain Pickings, 800 küsür sayfa tutan kitabı her zamanki gibi çok güzel anlatmış, birkaç tane de mektubu siteye koymuş. Biz de ikilinin aşkının başlangıcından üç örneği sizlerle paylaşmak istedik. Henry Miller’ın Anaïs Nin’e, Victor Hugo’nun Juliette Drouet’ye, Virginia Woolf’un Vita Sackville-West’e yazdığı mektuplarla birlikte okumanız önerilir.  Devamı »

Flannery O’Connor: Dostlar, dostlara Ayn Rand okutmaz!

flanneryoconnor

Bugünkü paylaşacağımız mektuplar ilgili söyleyecek fazla bir söz yok. Güney gotiği olarak tabir edilen akımın öncüsü, Amerikan ve dünya edebiyatının en önemli öykücülerinden Flannery O’Connor, oyun yazarı arkadaşı Maryat Lee’ye gönderdiği mektuba Ayn Rand’ı yererek başlıyor. Lee’nin bir önceki mektupta yazdıklarına yanıt vermekte olduğunu tahmin edebiliriz.

Umarım sana Ayn Rand’ı öneren arkadaşların yoktur. Ayn Rand’ın edebiyatı, edebiyatta varılabilecek en düşük nokta. Umarım kitabı metroda yerden almış, sonra da en yakın çöp tenekesine atmışsındır. Ayn Rand’ın yanında Mickey Spillane Dostoyevski gibi kalıyor.

Kısaca “Dostlar, dostlara Ayn Rand okutmaz,” diyen O’Connor, The Habit of Being kitabında yer alan mektubun geri kalanında başka konulara değiniyor. Bir yazarı edebiyatın en düşük noktası, kitabını da çöp olarak tanımlaması sizi şaşırtmasın. En meşhur öykülerinden “İyi İnsan Bulmak Zor”u analiz etmeye çalışan bir öğretmene verdiği yanıtta sivri dilini ortaya koyuyordu yazar:Devamı »

Victor Hugo’dan Juliette Drouet’ye: “Hayatını değiştiren o gizemli ânı hiçbir zaman unutma meleğim”

drouet-hugo

Victor Hugo‘nun daha önce Sefiller‘le ilgili yazdığı etkileyici mektuba yer vermiştik. Şöyle diyordu büyük yazar:

Sefiller kitabının tüm halklar için yazılmış olduğunu söylerken haklıydınız beyefendi. Herkes tarafından okunacak mı bilmiyorum ama ben herkes için yazdım. İngiltere’ye olduğu kadar İspanya’ya, İtalya’ya olduğu kadar Fransa’ya, Almanya’ya olduğu kadar İrlanda’ya, köleleri olan cumhuriyetlere olduğu kadar, serfleri olan imparatorluklara da hitap etmektedir. Toplumsal meseleler sınırları aşar. İnsan türünün yaraları, dünyayı kaplayan o geniş yaralar, dünya haritası üzerine çizilmiş mavi ya da kırmızı çizgilerde son bulmuyor. İnsanın cahil ve umutsuz olduğu her yerde, kadının kendini ekmek parası için sattığı her yerde, çocuğun bir şeyler öğrenebileceği bir kitabın ve ısınabileceği bir ateşin eksikliğini çektiği her yerde, Sefiller kapıyı çalar ve şöyle der: Açın kapıyı, sizin için geldim.

İçinde yaşadığımız medeniyetin bu çok karanlık ânında, sefilin adı insandır; her iklimde can çekişmekte, her dilde inlemeye devam etmektedir.

Bu sefer bambaşka türde bir mektupla, bir aşk mektubuyla çıkıyor Hugo karşımıza. Eşinden daha çok mektuplaştığı metresine, Juliette Drouet’ye yazılmış bu mektupta bir kez daha bir yazarın yasak aşkına tanıklık ediyoruz.

Mektuptan sonra Hugo okumak için esinlenenler, Notre-Dame’ın Kamburu ve Bir İdam Mahkûmunun Son Günü için İş Bankası ve Can yayınlarına bakabilirler. Sefiller‘in eksiksiz ve güvenilir baskısı İletişim Yayınları’nda mevcut; ama biz elbette bize bu mektubu (ve başka birçok mektubu) bulup çeviren Birsel Uzma’nın Oğlak Yayınları’ndan çıkan Sefiller çevirisini öneriyoruz. Uzma’nın diğer çevirilerinin başında De Sade, Maupassant ve Rabelais geliyor. Tam listeye Robinson’un sitesinden ulaşılabilirsiniz. (Des Lettres aracılığıyla.)Devamı »

Virginia Woolf’tan Vita Sackville-West’e: “Bana bir işaret verin, rica ediyorum sizden”

Roger Fry, yaklaşık 1917.
Roger Fry, yaklaşık 1917.

Kocası Leonard Woolf’la dillere destan bir aşk yaşayan Virginia Woolf‘un (eşine yazdığı veda mektubunu buradan okuyabilirsiniz) 20’lerin sonlarında doğru bir ilişkisi daha olmuştu: Vita Sackville-West‘le birlikteliği. Woolf, 30’lara kadar süren bu birliktelikten esinlenerek otobiyografik sayılabilecek romanı Orlando‘yu kaleme almıştı. Aşağıda, Woolf’un Sackville-West’e yazdığı mektuplardan birini bulabilirsiniz.

Woolf ölümünden sonra geriye dokuz roman, öykü derlemeleri ve birçok deneme bıraktı. Toplu eserlerine Türkçede İletişim Yayınları ile Kırmızı Kedi Yayınevi‘nden ulaşabilirsiniz. Yazarın hayatını merak edenlerse Anthony Curtis‘in ya da Quentin Bell‘in yazdığı biyografilere göz atabilirler. (Des Lettres aracılığıyla.)Devamı »

Gorki’den Çehov’a: “Dehanızın önünde kendimden geçerek titredim”

Çehov ve Gorki, Yalta'da (yaklaşık 1900).
Çehov ve Gorki, Yalta’da (yaklaşık 1900).

Rus edebiyatının iki büyük isminin, Maksim Gorki ile Anton Çehov‘un mektuplaşmalarının derlendiği Yazışmalar, inci gibi bir kitap. Z. Zühre İlkgelen’in çevirdiği mektuplar, ikilinin kendilerini ve eserlerini nasıl gördüklerine, hayata ve diğer insanlara bakışlarına ve edebiyat algılarına ışık tutuyor. Gorki’nin şehir nefretinden Çehov’un Yalta’daki evinin inşaasına, Çehov’un yazarlığa dair görüşlerinden Gorki’nin üstada duyduğu hayranlığa, ikiliyle ilgili birçok şey öğreniyor, dostluklarına tanık oluyoruz bu kitapta.

Aşağıdaki mektupta, Vanya Dayı‘yı seyreden Gorki, Çehov’un dehası karşısında nasıl duygulandığını anlatıyor. “Çok rica ederim, bu vuruşlarla nasıl bir çiviyi çakmak niyetindesiniz? Bunlarla insanı mı dirilteceksiniz?” diye soruyor üstada. Vanya Dayı‘nın harikuladeliği daha güzel ifade edilemezdi herhalde.

Çehov’un tüm oyunlarına ve tüm öykülerine, Mehmet Özgül’ün bir o kadar harikulade çevirisiyle Everest Yayınları’ndan ulaşabilirsiniz. Gorki’nin büyük büyük külliyatı henüz Türkçede tam yayımlanmış değil ama belli başlı eserlerine İş Bankası, Can Yayınları ile Mitos Boyut‘tan ulaşılabilir. Mektubun alındığı Yazışmalar ise ne yazık ki ancak sahaflarda bulunabiliyor.Devamı »

İyi okur bulmak zor

Flannery O'Connor'ın okul gazetesi için çizdiği karikatürlerden. Daha fazlası için resmin üstüne tıklayınız.
Flannery O’Connor’ın okul gazetesi için çizdiği karikatürlerden. Daha fazlası için resmin üstüne tıklayınız.

Flannery O’Connor, çağdaş Amerikan edebiyatının en önemli öykücülerinden. Güney gotiği olarak tabir edilen edebiyat akımının da öncülerinden. Hayatı boyunca sistemik lupus hastalığıyla cebelleşen ve 39 gibi genç bir yaşta ölen O’Connor’ın öyküleri de hayatı gibi acı doludur. Derindir; belki yer yer zor anlaşıldığı da söylenebilir ama asla da aşağıdaki abuk yorumlara açık değildir. 1961’de, bir İngilizce profesörü O’Connor’a öğrencileri adına bir mektup göndererek “İyi İnsan Bulmak Zor” öyküsüne açıklık getirmesini rica etmiş. Aşağıdaki örnek paragraftan da görebileceğiniz üzere, sevgili hoca ile öğrencileri, “şair burada ne demek istiyor”u iyice uç noktalara taşımışlar. DİKKAT! Bu paragraf öykünün sonuna dair bilgiler içeriyor!

Birkaç olası yorumu uzun uzun değerlendirdik; hiçbiri bizi tam tatmin etmedi. Genel anlamda, Misfit’in ortaya çıkışının, öykünün ilk yarısındaki olaylar gibi “gerçek” olduğuna inanmıyoruz. Bailey’nin Misfit’in ortaya çıktığını hayal ettiği kanaatindeyiz; çünkü seyahatten önceki gece ve bir de yol kenarındaki lokantada mola verdiklerinde Misfit’in uğraşlarından haberdar olmuştu. Dahası, Bailey’nin kendini Misfit’le özdeşleştirdiği, bu yüzden öykünün son yarısındaki hayali bölümde iki rol oynadığını düşünüyoruz. Ama tüm çabalarımıza rağmen gerçeğin bir ilüzyona ya da hayale hangi noktada dönüştüğünü bir türlü belirleyemedik. Kaza gerçekten yaşanıyor mu yoksa bu Bailey’nin rüyasının bir parçası mı? İçine düştüğümüz bu zorluktan kolay bir çıkış yolu bulmaya çalıştığımızı sanmayın lütfen. Öykünüzü çok beğendik ve büyük bir titizlikle inceledik ama anlamamızı istediğiniz mühim bir noktayı kaçırdığımıza eminiz. Yukarıda özetini geçtiğim yoruma dair görüşlerinizi ve “İyi İnsan Bulmak Zor”u yazmaktaki hedeflerinize dair yorumlarınızı iletebilirseniz size müteşekkir kalacağız.

O’Connor’ın ağzına sağlık, lafı yetiştirmekte gecikmemiş. Yazardan, öyküsünü hiçbir şekilde anlamadıklarını belirten bu mektubu aldıktan sonra öğrencilerin ama daha önemlisi profesörlerin edebi metinleri irdeleyeceğiz derken cıvkını çıkarmamak konusunda iyi bir ders aldıklarını umuyoruz.Devamı »

Victor Hugo: “Medeniyetin bu çok karanlık ânında, sefilin adı insandır”

Yaşamı boyunca çeşit çeşit eser veren Victor Hugo, günümüzde yine de Notre-Dame’ın Kamburu ve Bir İdam Mahkûmunun Son Günü gibi birkaç eseriyle tanınıyor. Elbette en meşhur eserinin Sefiller olduğu su götürmez bir gerçek. Kitapla ilgili ilgisiz birçok kişinin adını bildiği romanın ne kadar okunduğuysa başka bir mesele. Çok kalın olmasının yanı sıra kısaltılmış çocuk kitabı baskılarına ve filmlerine de yaygınca ulaşılabildiği göz önüne alınırsa aslında pek de fazla okunmadığını varsayabiliriz herhalde.

Victor Hugo’nun Mösyö Daelli’ye Sefiller üzerine yazdığı aşağıdaki mektup, edebiyat severleri meraklandıracak, bu dev romanı okumaya teşvik edecek nitelikte. Hugo, romanını anlattığı bir mektupta bu kadar çarpıcı sözleri kaleme alıyorsa, kitabın kendisinde neler yazmıştır acaba, diye düşünmeden edemiyor insan.

Mektuptan sonra Hugo okumak için esinlenenler, Notre-Dame’ın Kamburu ve Bir İdam Mahkûmunun Son Günü için İş Bankası ve Can yayınlarına bakabilirler. Sefiller‘in eksiksiz ve güvenilir baskısı şu an İletişim Yayınları’nda mevcut; ama bize bu mektubu (ve başka birçok mektubu) bulup çeviren Birsel Uzma’nın Sefiller çevirisinin de yıl sonuna kadar Oğlak Yayınları‘ndan çıkacağını bu vesileyle duyurmuş olalım. Uzma’nın en sevdiğimiz çevirilerinin başında Gargantua ve Pantagruel ile Maupassant’ın öyküleri geliyor. Tüm çevirilerinin listesine Robinson’un sitesinden ulaşılabilir. (Des Lettres aracılığıyla.)Devamı »

Necatigil’den Şipal’e: “Yazılmadan kaldı bazı şeyler, gene de yazılmış kadar oldu”

behcet necatigil ve kamuran sipal

Behçet Necatigil ile Kâmuran Şipal, hem özgün eserleri hem de Almancadan yaptıkları çevirilerle tanınan edebiyatçılarımız. Günümüzde Necatigil’in şiirleri çevirilerinin, Şipal’in ise belki çevirileri eserlerinin önüne geçse de, tüm girişimlerinin sonunda paha biçilemez işler ortaya koymuşlardır.

Necatigil’in Şipal’e yazdığı aşağıdaki mektup tam da bu yüzden değerli: bir yazarın, çevirmenin, öğretmenin sürecine ışık tuttuğu için. Teneffüslerde yazılan mektuplar, seçici kurul toplantıları, yeni çıkan kitaplar, çeviri telifleri, kapanan yayınevleri… Belki de tüm bu olan bitene duyulan bir kırgınlık göze çarpıyor Necatigil’in satırlarında.

Bu mektup, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Mektuplar (2001; haz. Ali Tanyeri ve Hilmi Yavuz) adlı kitaptan alındı. Behçet Necatigil’in eserleri çoğunlukla Yapı Kredi’den yayımlanıyor; bunların haricinde Varlık’tan çıkan Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, Sel’den çıkan Mitologya Sözlüğü ve Can’dan çıkan Sevgilerde sayılabilir. Çok çeşitli çevirileri içinse buraya bakabilirsiniz. Kâmuran Şipal’in eserleri ise Yapı Kredi Yayınları ve Cem Yayınevi‘nce basılıyor. Çevirilerini ise buradan görebilirsiniz.Devamı »

Sartre’dan De Beauvoir’a: “Gerçek mutluluğun ne olduğunu hatırlattınız bana”

sartrebeauvoir

Bir yanda varoluşçuluğun babası, diğer yanda ikinci dalga feminizmin annesi. Ortada, edebiyat tarihinin en meşhur aşklarından biri… Gerçekten de edebiyat dünyasının en meşhur ilişkilerinden biridir Jean-Paul Sartre’la Simone de Beauvoir’ınki. Belki de en sansasyonelidir. Hiç evlenmeyen, hatta hiç beraber yaşamayan ikili, dönemin toplumsal ve kültürel değer yargılarına uyum sağlama ihtiyacı hissetmemiştir. Aşağıda, Sartre’ın de “Castor” olarak hitap ettiği de Beauvoir’a yazdığı mektupta, hem aşklarından hem de günlük hayatlarından bir kesit bulabilirsiniz.

Sartre’ın eserleri Can ve İthaki Yayınları’nca basılmakta. De Beauvoir’ın eserlerinin İmge’den ve Payel Yayınevi’nden çıkan eski baskıları bulunsa da, yazarın en meşhur eseri, İkinci Cinsiyet, ancak Kadın başlığı altında, üç kitaba ayrılmış bir halde sahaflarda bulunabiliyor. Bunların ötesinde, ikilinin aşklarının bir biyografisi için, Claudine Monteil’in Özgürlük Âşıkları‘na, Sartre’ın bir biyografisi için Denis Bertholet’in aynı adlı kitabına, De Beauvoir’ın bir biyografisi için sahaflarda bulabilirseniz Özgürlüğü Yazmak‘a, Sartre’ın tiyatro metinleriyle ilgili bir çalışma için de Ahmet Bozkurt’un Varlık Tutulması‘na göz atabilirsiniz. (Des Lettres aracılığıyla.)Devamı »

İthaki Yayınları’ndan yeni bir dizi: Kalem ve Yaşam

bramstokerGeçtiğimiz yıllarda, Steinbeck’in oğluna aşk tavsiyeleri verdiği bir mektubu çevirirken, yazarların mektuplaşmalarının, güncelerinin, anılarının Türkçeye çok az çevrildiğinden yakınmıştık. İthaki Yayınları, sanki bu şikâyetimizi duymuş gibi, yeni bir diziye başladı: Kalem ve Yaşam.

Yayınevine göre ocak ayında başlayan dizinin amacı ve dizideki ilk kitabın Bram Stoker’ın Kayıp Günlüğü olmasının sebebi şöyle:

İthaki Yayınları olarak, yıllardır eserlerini okuyup takipçisi olduğumuz yazarların masalarına, odalarına, günlüklerine, mektuplarına, anılarına, yaşamöykülerine sızma fikriyle, yeni bir diziye, Kalem & Yaşam’a başladık. Edebiyatın mahrem odalarına yapacağımız ziyaretlerin ilki için Bram Stoker’ı seçtik ve onun Kayıp Günlük’ünü yayımladık. Başlangıç için günlüklerle, mektuplarla, notlarla kurgulanan bir roman olan Dracula’nın yazarı Bram Stoker’dan daha iyi bir seçim olamazdı herhalde.

Stoker’ın kayıp olan günlüğü, bir süre önce torununun oğlununun evinde, evet, doğru tahmin ettiniz, “tozlu” tavan arasında bulunmuş. Günlüğü yayına hazırlayanlar Dacre Stoker ile Elizabeth Miller, Türkçeye çeviren ise Uğur Ceyhan.Devamı »

Virginia Woolf’un eşine veda mektubu: “Kimselerin bizden daha mutlu olabileceğini sanmıyorum”

Virginia Woolf, paltosunun cebine taşlar doldurup evinin yanındaki ırmağa girdiğinde elli dokuz yaşındaydı. Hayatı boyunca faklı farklı dönemlerde akıl hastalığıyla boğuşan Woolf, bu döngüyü daha fazla sürdüremeyeceğini hissetmişti. İntiharından önce kocası Leonard Woolf’a yazdığı veda mektubunda bunu açıkça ortaya koyuyor. Trajik bir hayatın hazin sonunu okuyoruz bu mektupta.

Woolf geriye dokuz roman, öykü derlemeleri ve birçok deneme bıraktı. Toplu eserlerine Türkçede İletişim Yayınları ile Kırmızı Kedi Yayınevi‘nden ulaşabilirsiniz. Yazarın hayatını merak edenlerse Anthony Curtis‘in ya da Quentin Bell‘in yazdığı biyografilere göz atabilirler. (Des Lettres aracılığıyla. Görsel, Michael Daye.)Devamı »

Mark Twain’den çocuklara okuma önerileri

UnknownDaha önce “bıyık altından gülme ustası” olarak tanımladığımız Mark Twain, Papaz Charles D. Crane’e yazdığı aşağıdaki mektupta, papazın ricası üzerine bir kız bir de oğlan çocuğu için kitap önerilerinde bulunuyor. Ayrıca en sevdiği on iki yazarı sıralaması istenen Twain, tam da kendinden beklenecek komik bir yanıtla, bunun evlilikten bile daha büyük bir sorumluluk olduğunu belirtiyor.

Twain’in çocuklara yaptığı öneriler oldukça ağır şey eserler. Buradan çocuklara her zaman yetişkin muamellesi yaptığını bir kez daha anlayabiliriz galiba.

Mark Twain Project‘ten Neda Salem’e göre, Twain’in en sevdiği kitaplar arasında saydığı kendi eseri, “BB”, muhtemelen “1601” adlı Elizabeth Çağı taşlaması. Neden “BB” olarak andığı bilinmiyor.

Devamı »

Henry Miller’dan Anaïs Nin’e: “Tenimde senden parçalarla ayrıldım yanından”

henrynin.jpg

Çağdaş klasik yazarların başında gelen iki isim: Henry Miller ve Anaïs Nin. 1932’de, Paris’te tanıştıktan sonra, evli olmalarına rağmen birlikte olmaya başlayan sevgililer. İkilinin uzun yıllar süren tutkulu aşk ilişkisi, aralarında yoğun bir mektuplaşmanın başlamasına neden olmuştu. Aşağıda bu mektuplaşmanın çarpıcı bir örneğini bulabilirsiniz: Miller’dan Nin’e, ilişkilerinin henüz başlarındayken yazılan bir aşk mektubu.

Yazarların eserlerini okumak isteyenler için Türkçede ulaşılabilecek kitaplar şöyle: Miller’ın Yengeç Dönencesi ile Clichy’de Sessiz Günler‘i, Avi Pardo çevirisiyle Siren Yayınları’nda, Uykusuzluk‘u ise Notos Kitap’taOğlak Dönencesi de yakında Siren’de. Anaïs Nin’in eserleriyse Püren Özgören çevirisiyle Everest Yayınları’nda. Yani iki yazarın da Türkçe çevirmen açısından şanslı olduğu söylenebilir. (Des Lettres aracılığıyla.)

14 Ağustos 1932

[Anaïs]

Bir daha aklıselime kavuşabileceğimden emin değilim. Mantıklı davranalım. Bu bir Louveciennes evliliği oldu, yadsıyamazsın. Tenimde senden parçalarla ayrıldım yanından; bir kan okyanusunda, senin arı ama zehirli Endülüs kanının okyanusunda yürüyorum, yüzüyorum. Yaptığım, söylediğim, düşündüğüm her şey bu evlilik ekseninde dönüp duruyor. Seni evin hanımefendisi olarak gördüm, koyu tenli bir Mağripli, beyaz bedenli bir zenci, tüm bedeni her yanı gözden ibaret — kadın, kadın, kadın. Senden uzakta yaşamaya nasıl devam edebileceğimi bilemiyorum. Bu ayrılıklar ölüm artık. Hugo geri dönünce ne hissettin? Ben hâlâ orada mıydım? Onunlayken de benimle olduğun gibi olduğunu hayal edemiyorum. Sıkıştırılmış bacaklar. Kırılganlık. İhanet edenin tatlı boyun eğişi. Kuş uysallığı. Benimle tekrar kadın oldun. Neredeyse dehşete kapılmıştım. Otuz yaşında değilsin — bin yaşındasın adeta.Devamı »

“Senin paran burada geçmez”

Sevgili Morrissey,

Açıklıyorum: Şarkı sözlerinin, sesinin ve albümlerinin tutkulu bir hayranıyım.

Seni görmek için defalarca bilet aldım, yeniyetme zamanlarımda duygularımı ve düşüncelerimi şekillendirdin ve bugünkü sanatsal kaçamaklarım üzerinde de büyük etkin oldu.

Benim için o kadar önemliydin ki, bir seferinde Almanya’da seninle tanışma şansım olmuştu ve beni görüp benden hoşlanmama ihtimalin olduğunu düşünüce bu şansı kullanmama kararını oracıkta vermiştim.

Sormak istiyorum: Nasıl olur da üzerimde böyle büyük bir etkin olur?

İkinci olarak da: Gazetede hasta olduğunu okudum. Umarım hızla iyileşirsin. Ama okuduğum bir başka şey vardı, doktorlar turneye çıkmamanı salık vermişler ve sen de müzik yapmak istediğini ama hiçbir plak şirketinin ilgilenmediğini söylemişsin.

Bunun üzerine düşündüm ve bir deney yapmaya karar verdim.Devamı »

Sand’dan Flaubert’e: “Edebiyatı fazla seviyorsun; o seni öldürecek”

sandflaubert

19. yüzyılın en önemli yazarlarından biri olan George Sand’dan, yüzyılın yine bir başka önemli yazarı, Gustave Flaubert’e bir mektup paylaşıyoruz sizlerle bu sefer de. Sand, müstearıyla, güçlü kişiliğiyle, fırtınalı hayatıyla ve dönemin en önemli sanatçı ve edebiyatçılarıyla kurduğu ilişkileriyle tanınan bir yazar.

Flaubert’e yazdığı aşağıdaki mektup, hayata dair yorumlarıyla insanı heyecanlandırıyor, hüzünlendiriyor, gülümsetiyor. Ayrıca kimi yorumlar, son dönemde hep olduğu gibi, akla ister istemez ülke gündemini getiriyor:

İnsan hayatı değişik ölçülerde hissedebilir, değişik ölçülerde anlayabilir, dolayısıyla çektiği acının derecesi de farklıdır. İnsan yaşadığı çağın ne kadar önündeyse, o kadar çok acı çeker… Edebiyatı fazla seviyorsun; o seni öldürecek ama sen insanların aptallığını yok edemeyeceksin.

Yazarın kitaplarına Oğlak Yayınları ile İş Bankası Yayınları‘ndan ulaşabilirsiniz. Mektubu bizler için bulup çeviren Birsel Uzma‘ya teşekkür ediyoruz. İlgilenenler için: Koltukname’nin mektup dosyasında de Sade, Camus, Bergman, Steinbeck ve daha nice edebiyatçılar var. (Des Lettres aracılığıyla.)Devamı »

Guy de Maupassant’tan gizemli sevgilisine: “Evet, ben kır tanrısıyım, hem de tepeden tırnağa!”

“Gisèle d’Estoc”, 19. yüzyıl Fransa’sının gizemlerinden biridir. Bu takma adın, dönemin kadın yazarlarından birine ait olduğu düşünülüyor ama terör eylemlerinde parmağı bulunduğu iddia edilen, kadınlarla düellolar yapan, erkek kılığına giren bu sansasyonel kadının asla var olmadığını savunanlar da yok değil.

Gerçekten yaşadığını varsayacağımız Gisèle d’Estoc, aynı zamanda ünlü yazar Guy de Maupassant’ın sevgilisi olarak biliniyor. Erkek kılığına girip Maupassant’a kadınlar seçtiği söylenen d’Estoc, belli ki tanışmalarının ardından yazara karşı derin bir ilgi duymuş. Nitekim Birsel Uzma’nın bizler için bulup çevirdiği mektupta, d’Estoc’un arzusu üzerine Maupassant kendisini anlatıyor.

Çıkan sonuç, gerçekten de Maupassant’dan bekleneceği gibi etkileyici. Aşk ilişkileriyle ilgili düşüncelerini (daha doğrusu gerçekleri), asosyalliğini ve ne kadar inkâr etse de romantikliğini ortaya koyan bir mektup.

Maupassant’ın şahane Birsel Uzma çevirileri, Oğlak Yayınları‘ndan çıkan Bir Hayat ile Gündüz ve Gece Hikâyeleri. Yazarın eserleri birçok yayınevinden çıkıyor ama öncelikle İş Bankası ve Can‘a da bakabilirsiniz. Bir de Everest’ten çıkan hoş bir çizgi roman mevcut. (Des Lettres aracılığıyla.)Devamı »

Marquis de Sade’dan karısına: “Evet, itiraf ediyorum, şehvet düşkünüyüm ben”

sade

Adıyla ve yazdıklarıyla sadizm kavramına esin kaynağı olan Marquis de Sade, neredeyse eserleri kadar renkli bir hayat sürmüştür. Lacoste’deki kalesinde fahişelerle, kadın ve erkek hizmetkârlarla, hatta baldızıyla birlikte şehvet tutkusunu tatmin etmeye çalışmış, fiziksel taciz suçlamalarıyla karşı karşıya kalmıştır.

Kısa süreli tutuklamalardan sonra İtalya’ya kaçan de Sade, 1777 yılında, çoktan vefat etmiş annesinin ölüm döşeğinde olduğu yalanıyla kandırılarak Paris’e getirilir ve kayınvaldesinin de yardımıyla tutuklanır. 74 yıllık yaşamının yaklaşık 32 yılını çeşitli hapishaneler ve akıl hastanelerinde geçiren de Sade, işte bu mahkûmiyeti sırasında karısında aşağıdaki etkileyici mektubu yazar. Yayıncıların ve çevirmenlerin düzenli olarak müstehcen ve toplumun ahlakını bozan eserler yayımlamaktan yargılandığı bir ülkede aslında herkesin okuması gereken bir mektup bu.

Mektubu bizler için bulup çeviren Birsel Uzma‘ya tekrar teşekkür ediyoruz. Albert Camus’nün eşine yazdığı ve yine Uzma tarafından Türkçeleştirilen mektuba buradan ulaşabilirsiniz. De Sade’ın eserlerine birçok yayınevinden ulaşılabiliyor; önce çıkanlar Chiviyazıları’ndaki Justine, Sodom ve Juliette, Ayrıntı’daki Yatak Odasında Felsefe ve Oğlak’taki İkinize de Yer Var ve Erdemle Kırbaçlanan Kadın. (Des Lettres aracılığıyla.)

20 Şubat 1781

 […] Yalnızca saf ve katıksız bir şehvet düşkünlüğünden suçlu sayılırım, doğalarından gelen o mizaç ve tutkunun düzeyine bağlı olarak, tüm erkekler tarafından farklı oranlarda hayata geçirilen şehvet düşkünlüğünden. Herkesin hataları vardır, karşılaştırma yapmayalım: Cellatlarım da benden farksızdır belki.Devamı »

Albert Camus’den müstakbel eşine: “Romanımı az önce bitirdim…”

Başlıkta bahsi geçen roman, Yabancı. Çağdaş Fransız klasiklerinin öncülerinden sayılan Albert Camus, bu en çok tanınan romanına noktayı koyduğunda, müstakbel eşi Francine Faure‘a bir mektup yazıyor.

Özel bir mektup bu: Yalnızca romanın kaleme alınış sürecini değil, öncesini, Camus’nün içinde var olduğu tüm iki yılı gözler önüne seriyor. Yabancı‘da insanı en çok sarsan öğelerden biri olan gerilimi yazarın nasıl bizzat tecrübe ettiğini anlatıyor, karşılığında okur tepkileriyle ilgili endişelerinden söz ediyor.

2013, Camus’nün 100. doğum yılıydı. Yazarın yeni yaşı Türkiye’de sessiz sedasız kutlandı belki ama (Karibu Turizm ile Can Yayınları, Yekta Kopan rehberliğinde bir Paris turu düzenledi, Can ayrıca yazarın üç kitabına özel baskı yaptı) sevgili internet yazarla ilgili yeni eski bilgilerle doldu taştı. Bu bilgi kalabalığı içinde bizim için böylesine güzle bir mektubu bulup çeviren Birsel Uzma‘ya teşekkür ediyoruz. Mektupla yetinmeyip yazarın kitaplarını okumak isteyenler, yazarın Türkçe yayıncısı olan Can’ın sitesine buyurabilirler. (Des Lettres aracılığıyla.)

30 Nisan 1940

Gece vakti yazıyorum sana. Romanımı az önce bitirdim ve uyumayı düşünemeyecek kadar gerginim. Devamı »

Roger Waters Yahudi karşıtlığı suçlamalarını yanıtlıyor

Geçtiğimiz hafta İstanbul’a gelen Roger Waters’ın The Wall gösterisi, Belçika’nın Werchter şehrindeki bir katılımcı tarafından, dünyadaki tüm kötülüğü sembolize eden domuzun üstünde Davut yıldızı bulunduğu gerekçesiyle eleştirildi.

Belçika’da yaşayan İsrailli Alon Onfus Asif, “Konsere Waters’ın müziğini çok sevdiğim için, İsrail’e karşı siyasi duruşundan bağımsız olarak geldim,” diyor. “Çok da eğlendim, ta ki şişme domuzda Davut yıldızını fark edene dek. Faşizm, diktatörlük ve insanların baskı altında tutulmasını sembolize eden diğer imgelerin yanındaki tek dini-ulusal sembol buydu. Waters çizmeyi taşırdı ve tüm militanlık karşıtı mesajlarının ötesinde Yahudi karşıtı bir mesaj verdi.”

Asif’in aynı domuzun üstünde bulunan haç ve ay yıldızı görmemiş, gördüyse de “faşizm ve diktatörlüğü sembolize eden imge”ler olarak saymış olmasının pek manidar olduğuna değinebilir, benzer şekilde, domuzdan çok önce duvara yansıyan savaş görüntülerinde uçaklardan bomba yerine atılan aynı sembollerin arasında Davut yıldızını görmekten neden rahatsız olmadığını sorabilirdik. Neyse ki sevgili Roger Waters fazla sözel mahal bırakmayacak bir açık mektup yazarak resmî Facebook sayfasında paylaşmış. İşte mektubun tamamı:Devamı »