Korsanın cezası

The Guardian‘da 11 Temmuz’da korsan konusunda yazılan bir haber, korsanın çok kaliteli bir şekilde olmasa da ara ara tartışıldığı Türkiye’de yaşayan bizler için bile şaşırtıcı oldu. Bir yazarın kendi kitabını internetten yayan bir “korsan”a yaptıkları anlatılıyor haberde. Yazar, Terry Goodkind. Türkçeye çevrilmiş iki kitabı mevcut: Dokuzlar Yasası, Büyücünün İlk Kuralı. Ayrıca Phoenix Yayınevi’nin Efsaneler 2 derlemesinde de kendisine yer verilmiş. Yazar dünyada The Sword of Truth (Doğruluk Kılıcı) serisiyle ve serinin yayımlanmış on üç kitabına dayanan televizyon dizisi, Legend of the Seeker‘la ünlü. Fantastik edebiyat okuyanların muhtemelen tanıyacağı, bu türün çok satarlar listesinde yer alan yazarlardan. Kendisi önemli bir kararla son kitabını yayıncısız yayımlamaya karar vermiş. Bunun için de e-kitap formatını benimsemiş.

E-kitap formatı aslında yayıncı aracılığı üzerine çok soruyu akla getiren, dağıtıcı gibi başka aracılara başka güçler kazandırabilen pek tartışmalı ama gittikçe de yaygınlaşan bir format. Konu üzerine Koray Löker’in iki sene kadar önce hazırladığı dosya hem dünyadaki gelişmeleri hem de Türkiye’de bu meselenin mevcut resmini gayet iyi veriyor. Yazıyı buradan okuyabilirsiniz. Löker’in bu sene yazdığı özellikle de Amazon üzerine durduğu yazıyı da yeri gelmişken tavsiye edelim.

İşte yazarın kendi yerleşmiş yayın pratiklerinin dışına çıkarak e-kitap olarak ve kendi sunduğu The First Confessor (İlk İtirafçı) adlı kitabın korsana “düşmesine” tepkisi de yerleşmiş pratiklerin dışında olmuştu. Acımasız olarak nitelendirilebilecek bir hamleyle korsanlardan birinin adı ve fotoğrafı dahil bilgilerini Facebook sayfasında hayranlarıyla paylaşmış. The Sword of Truth serisinin en başına dönen bu kitabı hevesle bekleyen 680 kadar hayranı da bu facebook yazısını beğenmişler. Yayıneviyle çalışmamasını ve e-kitap formatını tercih etmesini fiyatları düşürmek ve okuyucuya korsana yönelmemesi için teşvik sunmak olduğunu savunan yazar, bu “çabalarına” nankörce korsanlık yaparak cevap vereni kamuoyunda rezil etmek yöntemini seçmiş. Metinden en can alıcı bulduğumuz kısmı çeviriyoruz:

Söyle Josh [metinde geçen korsan kişinin adı], demek çalışkan bir yazar ve senin gibi yarış seven birine karşı hiç saygın yok? Bu zorlu çalışmaların ürünlerin korsanlığını yapmaya çalışan kişilere, üstelik de empati kurarak, erişmeye çalışan birine bile saygı göstermiyorsun. (http://www.terrygoodkind.com/theoracle/ebooks/#piracy) Bizim kitabın başına koyduğumuz korsan üstüne notumuzu okumakla bile uğraşamadın galiba.

Hakikat ve onuru her şeyin üstüne tutan bu kitapların hayranı olduğunu iddia etmen ne kadar ironik.

Yazarın korsanlık üzerine bir not yazmış olmasının korsanlığı engelleyebilecek olduğunu düşünmesi, bu kadar entrika dolu kitaplar yazan birinden olağanüstü derecede naif bir hareket olmuş. Keza kitapların içeriği ile korsanlık arasında kurduğu ilişki de buradan bakınca en hafifinden absürt gözüküyor. Bu mantık çok tuhaf yerlere gidebilir. Ama en tuhafı elbette yazarın bütün bu fikirlerini ifade etmek için korsanı adıyla sanıyla ifşa etmesi, ki Facebook sayfasındaki yorumlarda tartışılan da en çok bu olmuş. Yazar neden mahkemeye vermeyi tercih etmemiş de tüm dünyaya “rezil” etmeyi tercih etmiş? Burada konu korsan, sanatta telif gibi konulardan ziyade daha dar bir biçimde yazarın öfkesini kusmasına kaymış. Yorumlarda birçok kişi bu tür bir ceza almaktansa mahkemeyi tercih edeceklerini, bu kişinin hayatında çok derin iz ve kısıtlılıklar bırakacak bir yöntem seçildiğini yazmışlar.

Bizim aklımıza ise, “Eğer bu kitabın arkasında yazar değil de yayınevi olsaydı bu olay gerçekleşir miydi?” sorusu geliyor. Yazar basım ve yayın haklarını yayınevine devretmiş olacağı için, korsan yalnızca yazarın değil, aynı zamanda yayınevinin de haklarını ihlal etmiş olacaktı. Bu durumda da hiçbir kurumun dava açmak yerine Facebook üzerinden sataşmayı tercih etmeyeceğini varsayıyoruz. Türkiye’de yayıncıların devletle birlikte yürüttüğü bandrol gibi uygulamalara karşın korsan, engellemesi cezalandırmasından daha zor bir oluşumdur. Yine de  korsanla mücadelede karekodu kullanmak gibi yenilikler söz konusu. Buradaki kilit nokta, korsan ile okurun ilişkisi. “Sizce kitap hırsızlığının diğer hırsızlıklardan farkı var mı?” diye soruların sıkça tartışıldığı bir ortamda korsanla mücadelede yazarın bir başına başarılı olamaması pek şaşırtıcı değil.

Biz bu tür öç almaya ve yıkmaya kırmaya dönük cezalardansa, konunun ilgili aktörlerce düzgünce tartışılmasını tercih edenlerdeniz. Güzel bir tartışma zemini için yine Koray Löker’den bir yazıyı önerebiliriz: Sanatçılar, sanatsal üretimlerinden değil de başka alanlardan para kazansalar, sanat mecrası biraz daha özgürleşemez miydi? Şurası açık ki günümüzün kapitalist üretim ilişkileri zemininde, sanat üzerine olanla, beslenme ve tarım üzerine olan arasında açık bir ilişki kurabiliriz. Kalorilerin siyasetini konuşurken ve tek başına sağlıklı beslenmeden bahsederken demiştik: Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz. Sanatçının ve okurun, dinleyicinin, özgürleşmesinde de aynı şiarı tekrarlıyoruz. Bu tür tekil cezalar ya da tekil kurtuluşlar hatta internette kurtarılmış bölgeler bile (örneğin UbuWeb), çelişkilerin derinliğine değmiyor. Sanatsal üretimde “kurtuluş” ne demektir, burada tartışmak mümkün değil, ama yazarın korsanları çarmıha germesiyle gelmeyeceği açık!

Website | + posts

Korsanın cezası” üzerine bir yorum

  1. Lokerin ilk yazisinda Amazon’un diger dillere kaitsizligi vurgulanmis. Almanya ve Almanca bence net sekilde destekleniyor. Fransa’daki .durum da bildigim kadariyla fena sayilmaz (fransizca bilmiyorum, bu yuzden amazon’un fransizcaya bakisi degerlendirmem alisveris yapanlara dayaniyor). Kaldi ki, yayinlari sadece kitap olarak degerlendirmemek gerek. Dergiler ve gazeteler de bu isin bir parcasi. Kindle (ve Amazon) bu konuda da olanaklar sunuyor. Itiraf ediyorum, Amazon’a degil ama Kindle’a asigim.

Bir Cevap Yazın