Modern pop müzik tarihinin neredeyse tamamında önemli bir aktör olarak var olan David Bowie geçtiğimiz günlerde hayatını kaybetti. Bowie bir süredir kanserle mücade etmekteydi ve geçtiğimiz 2015 yılının Kasım ayında kurtuluşunun olmadığını öğrenmişti. Bilmediği ise ölümün ne kadar yakın olduğuydu. Eğer bilseydi, ölümünden birkaç gün önce 1969’dan beri sıkça birlikte çalıştığı dostu ve yapımcısı Tony Visconti’yi arayıp beş yeni şarkı yazdığını ve bunları kaydetmek için stüdyo ayarlamasını söylemezdi. Her şeye rağmen ölümünü de yaşamı gibi bir sanat eserine çevirmeyi başardı.
Oysa nasılda ölümsüz görünüyordu Bowie. Birden fazla kariyere yetecek kadar malzeme çıkarmıştı sanat hayatında, hem de hiç eskimemişti. Çünkü hep değişkendi Bowie. Londralı mı, Berlinli mi yoksa New Yorklu mu olduğu sorusuna kendi bile yanıt veremiyordu. Krautrock, glam, soul ya da caz, hepsi onun estetik anlayışında bir yer bulabiliyordu. “Buradan nereye gideceğimi bilmem ama emin olun sıkıcı bir yer değil,” diyerek bu yolculuklarını tarif etmişti bir keresinde.
60’ların ikinci yarısı pek çok efsanevi müzisyen ve grubun ortaya çıktığı dönem olmuştu. Bowie de kariyerine önceleri radyoda ve küçük barlarda bu yıllarda başlamıştı. Sovyetler ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki uzay yarışının kızıştığı yıllardı. Uzay kavramı dünyanın gündeminde belirleyiciydi. Uzayda kaybolan “Binbaşı Tom” adlı bir astronotun hikâyesini anlatan “Space Oddity”, BBC tarafından 1969 yılındaki aya iniş canlı yayınında da kullanılmış ve büyük bir hit olmuştu. Uzay, gündemden bağımsız şekilde Bowie’nin sevdiği temalardan biri olarak kalacak, Bowie özellikle 70’li yıllarda uzayın ekmeğini çok yiyecekti.
The Rise and Fall of Ziggy Stardust and the Spiders from Mars adlı albüm, Bowie’nin kült bir karaktere dönüşmesinde kırılma noktasıydı. 1972 doğumlu Ziggy, kendi alter egosunun bir dışavurumuydu ve kendi eliyle yok ediliyordu. Ziggy’nin kınalı kuzu misali saçları ve göz kapakları, bu androjen karakterin alameti farikaları olmuştu. Ziggy, Bowie’nin dinleyici ve izleyicilere göstereceği yüzlerden sadece biriydi.
Öyle de oldu. Bowie sürekli çizgisini de kulvarını da değiştirdi. Müzikte durgunluk yaşadığında sinemaya devam etti. Bir müzik türü onu ileriye taşımadığında başka bir türe geçti. Hiç durmadan değişmeye, dönüşmeye, kendinden envai çeşit şekilde bahsettiremeye devam etti. 2006’da son sahne performansını verdikten sonra pek ortalarda görünmemesi bile herkesin ondan bahsetmesi için bahane olmuştu. Bugün bize veda ettiği ve ölümünden bir hafta önce yayınlanan Blackstar albümü gibi.
8 Ocak 1947’de Brixton’da “David Robert Jones” olarak başlayan hayatı 11 Ocak 2016’da “David Bowie” olarak sonlanırken, bu büyük müzisyen, ardında 60’lara, 70’lere, 80’lere, 90’lara, 2000’lere tarihlenen sayısız albüm bıraktı. Ürettikleri beğenildi ya da eleştirildi; ama o her zaman sıradışı, özel bir yıldız oldu; biraz ukala, biraz erişilmez fakat hep büyük kalmayı başardı. Onun sihri, bir Bowie eseri dinlediğinizi/izlediğinizi bilmeseniz de, onun elinden çıkma olduğunu hemen anlamanızda gizliydi.
“Akorlarda ve melodilerde söylemek istediğim her şey var. Müzik, benim için her zaman başka türlü ifade edemediğim şeyleri söylemenin yolu oldu”