Johnny Cash’in kemikleri sızlamasın

Cash

ABD’de Charlottesville Virginia’da ırkçıların yarattığı korkunç olaylara aklıbaşında herkesin tepkisi büyük oldu. Independent‘in haberine göre, toprağı bol olsun, Johnny Cash’in ailesinin tepkisi ise bir kat daha fazla, zira kalabalık içinde bir Nazi sempatizanının Cash’in adını taşıyan bir tişört giydiği görüntülenmişti.

Nazi propogandası yapmak isteyenlerin Cash’in isminden istifade etmeleri olasılığı, ailenin tüylerini diken diken etmiş olsa gerek, çocukları Facebook sayfalarında, ailenin tamamı tarafından imzalanan bir açık mektup yayınlayarak buna tepki gösterdi.

Yayınladıkları açık mektupta babalarının “yüreği sevginin ve toplumsal adaletin ritmiyle atan bir adam” olduğunu belirten Cash ailesi, ayrıca Johnny Cash’in aldığı insan hakları alanındaki ödülleri, Kızılderililerin hakları için verdiği mücadeleyi, Vietnam Savaşı karşıtı protestolarını da hatırlattılar.

Kendini Neo-Nazi ilan eden birisiyle ailelerinin ilişkilendirilmesinden midelerinin bulandığını söyleyen Cash’in çocukları özetle şunları sıraladı:

Charlottesville’de olay çıkaranlar, toplumumuz için zehir niteliğindedir ve II. Dünya Savaşı’nda Nazi ideolojisiyle savaşmış her bir Amerikalıya hakaret etmektedir. Babamızın, ne karakter ne de sembol olarak sizinle bir alakası vardır, Cash adını yok edici nefret ideolojinizden uzak tutun.

Johnny Cash, 2003 yılında, 71 yaşında hayatını kaybetmiş, 45 yıllık kariyerinde 70 albüm yapıp 11 Grammy ödülü kazanmıştı.

Britpop’u kim öldürdü?

Zengin Manchester tarlaları, 90’ların başında James, Stone Roses ve Happy Mondays gibilerinin hasatını yapmış, o hasatın tohumları da daha eğlenceli, biraz da vurdumduymaz Pulp, Blur, Oasis, Supergrass şahsiyetlerinde Britpop’a dönüşmüştü.

Ama Amerikan grunge’la paralel zamanlarda modern müzik dünyasında kuvvetli rüzgârlar estiren Britpop, milenyum yaklaşırken dünyanın ilgisini kaybetmeye başlamıştı. Coldplay, Radiohead, Travis yeni dalga İngiliz grupların başını çekmiş, Britpop akımının devamının gelmeyeceğini de kesinleştirmişti.

Britpop’un bu kadar kuvvetle benimsenmiş olmasına rağmen kolayca diğer türlere evrilmesi, hatta asimile olmasını açıklamak, biraz da müziğin dışındaki faktörlere göz atmayı gerektiriyor olabilir. NME, Britpop’un elden ayaktan düşmesine neyin neden olduğu konusunda on iki farklı teoriyi listelemiş.

Liste şöyle:

1. Tony Blair

1812’den beri seçilmiş en genç başbakan unvanını ele geçiren Blair’in Britpop sevgisi biliniyordu. Ancak ikinci Irak savaşında sivil halka yönelik işlenen cinayetlere siyasi katkısı, kamuoyunda bu akıma da sırt dönülmesine sebep oldu… Evet, bizce de saçma bir teori.

2. Radiohead

Britpop’un eğlence ve dans havalarına, karamsar ve karanlık OK Computer‘la 1997’de turp sıkan Radiohead, kısa sürede hoplayıp zıplayan indie barları tayfasını bir çırpıda gama, kedere boğmuştu. Britpop’u tepelemeye yeterli miydi, tartışmaya açık.

3. Knebworth festivali

Kasım 1996’da Britpop zirvesini yaptı. Oasis her gece 125.000 kişiye çaldı, 2.5 milyon kişi bilet talep etti. Her zirvenin bir çıkışı olduğu gibi, inişi de olacaktı elbet. Britpop bu zirveyi daha yukarı taşımayı başaramadı, yuvarlanıverdi.

4. Patsy Kensit

O zamanlar sevgilisi olan Liam Gallagher’la İngiltere bayrağı deseninde nevresimlerin üstünde yarı çıplak poz veren sosyetik güzel, Vanity Fair‘in Nisan 1997 sayısına kapak olmuştu. Kensit “Londra kıpırdanıyor! Tekrar!” sloganını da bu kapağa iliştirmişti. ’60’ların özgürlükçü, hedonist ve eğlenceli havasına yapılan bu gönderme, aristokratların lanetini Britpop’a yöneltmişti. Bir güzel kız nelere kadir Yarabbi!

5. Yeni akustik hareketi

Travis’in akustik gitarları konuşturduğu The Man Who albümü, iskemlelerine oturup uslu uslu parçalarını söyleyen müzisyenleri daha bir popüler hale getirmişti. Britpop gruplarının bu yeni trende ayak uydurmasıysa pek kolay olmadı, onlar ağustosböceği gibi eğlenmeye devam ettiler.

6. Delikanlı kültürü

İngilizce lad culture adı verilen altkültür –haddimiz olmadan böyle çevirdik– ’90’lar İngiltere’sinde entelektüellikten uzak, cinsiyetçi, vandal ve duyarsız genç orta sınıf erkekleri arasında epey yaygındı. Britpop gruplarının üyeleri de bundan muaf değildi. Toplum bunlardan illallah dediğinde, Britpop’un tabutuna bir çivi daha çakılmış oldu.

7. Ağır uyuşturucular

Eroin, kokain ve yeni nesil sert uyuşturucuların İngiltere gençliği arasında kolayca erişilebilir olması, genç müzisyenlerin parlak kariyerlerine pek de olumlu etki yaratmamıştı. Uyuşturucu dozunun artması üretkenliği ve işin eğlencesini alıp götürünce geriye enkaz kaldı. Enkazın altında da Britpop tabii.

8. Ego patlamaları

Birlikte iyi iş çıkartan ekip üyeleri, özgüvenleri tavan yapıp aralarında ego savaşlarına girince, bindikleri dalı kesmiş oldular. Gallagher’lar gibi babasının oğlunu tanımama noktasına varan işler, çöküşü hazırlamadı da ne yaptı?

9. Aşırı müzikal tutku

Britpop müzisyenleri arasında çok yetenekli ve yaratıcı olanlar bir süre sonra kuru eğlenceden, tekrar eden parçalardan sıkılıp yeni ufuklara yelken açmaya giriştiler. En üretkenleri değişmeye karar verince diğerlerinin güdük kalması da kaçınılmaz oldu.

10. Paraların suyunu çekmesi

Elinde gitarla otobüs bekleyen bir genci, birkaç hafta sonra büyük kontratlar imzalamış olarak dergi kapaklarında görmek olasıydı. Rüzgârı kaçırmak istemeyen yapım şirketleri paranın musluğunu hesapsızca açıp yatırımların geri dönmediğini fark ettikleri anda kapatmaları, Britpop’un can suyunu kesivermişti.

11. Prenses Diana

Halkın prensesinin 1997’de trajik bir trafik kazasında ölmesi, İngiliz toplumunun ruh halini fena halde etkilemiş ve nerdeyse tüm adayı depresyona sokmuştu. Kimsenin eğlenme ya da dans etme hevesi kalmamış, kendini kesecek şarkılarla ağıt yakma ve yas tutma istekleri belirmişti. Bu da eğlenceli Britpop’a iyi gelmemişti. Ölünün arkasından konuşulmaz ama doğrusu buna da pek aklımız yatmadı.

12. Eski defterlerin bir türlü kapanmaması

Aşılamayan çekişmeler, bir türlü görülemeyen hesaplar, Britpop üyelerinin bir türlü güçlerini toparlayamamasına yol açtı. Roger Waters ve David Gilmour gibi 60 yaşından sonra barışmaya karar vereceklerse, tren çoktan kalkmış olacak, Britpop’a rahmet okuyan bile kalmayacak, bizden söylemesi.

Müzik üzerine enstantaneler

En mühim gitarlar

Federico Mauro, Ferzan Özpetek’le de çalışmış, bol ödüllü bir İtalyan fotoğraf sanatçısı. “Ünlü gitarlar” adlı çalışmasında, dünyanın ünlü gitar üstadlarının gitarlarını fotoğraflamış. B.B. King’den Hendrix’e, Mark Knopfler’den Paco de Lucia’ya çok sayıda gitarist’in özel gitarlarının portrelerini izlemek isterseniz, koleksiyona buradan ulaşabilirsiniz.

 

Rock ikonlarına ikonlar

Tata ve arkadaşlarına ait tasarım atelyesi, meşhur rock gruplarının isimlerini minimalist ikonlara dönüştüren bir koleksiyon hazırlamış. “Rock gruplarının isimlerini hiyeroglif benzeri imajlarla ifade etmek istesek nasıl olurdu?” gibi bir sorudan yola çıkan tasarımcıların çalışmasına buradan göz atabilirsiniz.

 

Kimin eli kimin cebinde

Rock dünyasında kim kiminle hangi zamanda ve hangi grupta çalışmış olduğu konusu, çetrefilli bir hadisedir. En ummadık kişiler, fi tarihinde tahmin etmedik insanlarla bir grup kurmuş, sonra yollarını ayırmıştır. Jeff Beck ve Robert Plant’in ya da John Lennon ve Mitch Mitchell’in ne zaman birlikte çalıştıkları, karanlıkta kalmış sırlardandır. Rock tarihinden tam 727 ünlü ismi alıp bunların ilişkisini bir harita haline getirirseniz, sonuç, bu girift ilişkileri temsil eden bir örümcek ağı şeklinde ortaya çıkar. Bu hassas ağı buraya tıklayarak yakından inceleyebilirsiniz.

 

En güzel değil, en geniş ses

Vokalistler, mensubu oldukları grupların adeta vitrinleridir. Bu yüzden de grup kadar popülerlikleri vardır. Aynı sebeple de subjektif bir “en iyi hangisi” tartışması, dinleyiciler arasında sürer gider. Konuya daha matematiksel ya da bilimsel yaklaşmak isteyen Concert Hotels sitesi, gayet açık bir görsel hazırlamışlar. Buradan ulaşabileceğiniz görsele göre Axl Rose, sesini en geniş aralıkta kullanan solistler listesinin tepesinde. Rose, “There Was a Time” parçasında en kalın ve “Ain’t It Fun”da en ince sesini kullanmakta.

En ince notalara kim çıkıyor sorusunun cevabı olarak ise Mariah Carey öne çıkıyor. “Emotions” parçasında Mariah neredeyse bardak çatlatıyor. Onu hemen ardından olmasa da, yakın denebilecek bir mesafede Christina Aguilera, Prince, Axl Rose ve Tina Turner takip ediyor.

Konu kalın notalarsa, Axl Rose yine listenin tepesinde. Barry White, David Bowie, Tom Waits ve Paul McCartney de davudi sesleriyle onu takip etmekte.

 

Hip Hop demir tahta oturdu

Westeros’ta hip hop ritmleri yankılanıyor dersek şaşırır mısınız ? Şaşırmayın; çünkü Amerikan HBO kanalının pek başarılı dizisi Game of Thrones için resmî bir hip hop albümü hazırlandı. Common, Big Boi, Daddy Yankee ve Bodega Bamz gibi hip hop müzisyenlerinin katkısıyla ortaya çıkan albüm, hip hop’un bilinen enerjisini, dizinin fantastik ve büyüleyici atmosferiyle birleştiriyor.

“Söylemedi deme, benle uğraşırsan, Khaleesi’nin öfkesini tadarsın” ya da “Oturup düşünüyorum, köşeme çekilince, bu hayat nasıl da benziyor taht oyunlarına” gibi sözler içeren şarkılara kulak vermek isterseniz, albümün tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

 

Mahna Mahna

Çocukluğu 80’lerde geçenlerin hemen hepsi birer Muppet Show hayranıdır. Zira televizyonun renksiz, yayınların sansürlü olduğu bu yıllarda Muppet Show eşsiz ve özgün bir eğlence kaynağı olarak belleklere yerleşmişti. Beaker, Crazy Harry, Fozzie, Animal, Scooter, Muppet Show‘un unutulmaz karakterliydi. Her bölümüne bir ünlü konuk olur ve kendini kuklaların önünde rezil etmekten de hiç çekinmezdi.

Her biri ayrı bir çılgın bu kuklaları günümüz müzisyenleriyle şeklen benzetmek, Short List sitesinin aklına gelmiş. Doğrusu benzerlikler yadsınacak gibi değil.

Bu sevimli listeye buradan göz atabilirsiniz.

Rusya’dan sevgilerle

Devletlerin birbirleriyle çıkarlarına göre kol kola olması ya da itiş kakışa girmesi, nadir bir durum sayılmaz. Malumunuz bu aralar pek çok başka ülkeyle olduğu gibi, Rusya’yla da ilişki durumumuz karışık. Varsın siyasetçiler birbirlerine diş bilesin, konu sanat olunca akan sular duruyor. Nitekim bahsetmek istediğimiz sanatçı da 1931 Gürcistan doğumlu Ermeni müzisyen Mikael Tariverdiev.

Bu ismi duymamış olabilirsiniz, zaten Rusya dışında kendisini tanıyan da çok az. Bizim haberdar olmamız ise, The Real Tuesday Weld adlı İngiliz müzik grubunun solisti Stephen Coates sayesinde. Coates, Sovyetler Birliği ve Soğuk Savaş konularına kafayı fena takmış bir sanatçı ve bu konularda yerinde araştırmalar yapmak için de sıklıkla Rusya’ya gitmekte. Birkaç yıl önce Moskova’da bir kafede oturup usul usul yağan karı seyretmekte olan Coates, arka planda çalan harika müziği fark eder. Servis yapan garsona kim olduğunu sorduğunda, “Ah, eski günlerin şarkıları” yanıtını alır. Çalan albüm, 1964 tarihli Do svidaniya, malchiki (Elveda Çocuklar) adlı filmin müzikleridir.Devamı »

Streaming’le kim para kazanıyor ?

“Streaming” hizmetleriyle sunulan müzik seçkilerinin genişliği artık herkesin müzik dinleme alışkanlıklarını değiştirdi. Bu hizmete elinizdeki telefon kılığındaki el bilgisayarlarıyla erişmenin kolaylığı da cabası. Hiç para ödemeden aldığınız hizmet bile gayet tatmin ediciyken, pek de büyük sayılmayacak bir ücret ödeyerek, neredeyse hayallerin ötesinde bir müzik arşivine gönlünüzce erişim elde ediyorsunuz.

Peki müzisyenlerin bu işten kazancı nedir diye soracak olursanız, işte o kısım biraz ilginç. Örneğin Spotify’a göz atacak olursak, ücretli hizmeti üzerinden çalınan bir şarkının hak sahiplerine ödediği ücret 0,68 sent, yani bugünkü kurdan düşünecek olursak, aşağı yukarı 2 kuruş. Ücretsiz hizmeti üzerinden ödenen ücret ise çok daha az, 0,14 sent, yani 0,40 kuruş. Ücretli kullanıcılar, toplam kullanıcıların %20’sini oluşturuyor. Ortalama ödenen parça başı ücret 0,275 sent. Bu da kabaca 0,60 kuruş yapmakta.Devamı »

Dünyayı hayran bırakan adamın ardından

DB-Transformation-Colour

Modern pop müzik tarihinin neredeyse tamamında önemli bir aktör olarak var olan David Bowie geçtiğimiz günlerde hayatını kaybetti. Bowie bir süredir kanserle mücade etmekteydi ve geçtiğimiz 2015 yılının Kasım ayında kurtuluşunun olmadığını öğrenmişti. Bilmediği ise ölümün ne kadar yakın olduğuydu. Eğer bilseydi, ölümünden birkaç gün önce 1969’dan beri sıkça birlikte çalıştığı dostu ve yapımcısı Tony Visconti’yi arayıp beş yeni şarkı yazdığını ve bunları kaydetmek için stüdyo ayarlamasını söylemezdi. Her şeye rağmen ölümünü de yaşamı gibi bir sanat eserine çevirmeyi başardı.

Oysa nasılda ölümsüz görünüyordu Bowie. Birden fazla kariyere yetecek kadar malzeme çıkarmıştı sanat hayatında, hem de hiç eskimemişti. Çünkü hep değişkendi Bowie. Londralı mı, Berlinli mi yoksa New Yorklu mu olduğu sorusuna kendi bile yanıt veremiyordu. Krautrock, glam, soul ya da caz, hepsi onun estetik anlayışında bir yer bulabiliyordu. “Buradan nereye gideceğimi bilmem ama emin olun sıkıcı bir yer değil,” diyerek bu yolculuklarını tarif etmişti bir keresinde.Devamı »

Dans etmek yasak, el çırpmak serbest

arian_band

Son dönemde hafif bir yakınlaşmadan bahsedilebilse de, İran yıllarca batı dünyası tarafından şer ekseninin bir bacağı olarak görüldü. Tabii olumsuz duyguları karşılıksız sayılmazdı. İslam devrimi sonrası İran, hem batı dünyasına hem de İsrail’e dostane denemeyecek sözlerle her fırsatta meydan okudu.

Oysa siyaseti bir kenara bırakacak olursak, madalyonun diğer yüzündekiler daha farklı oldu. Kadim kültürünün birikimi sayesinde İranlı film yönetmenleri, yazarlar, düşünürler batı dünyasında kucaklandılar. 2013 yılında ılımlı tavrıyla bilinen Hasan Ruhani’nin başkanlığa seçilmesi, İranlı sanatçıların ve entelektüellerinin hayatını kolaylaştırdı. Ama müzik ve müzisyenler için şartlar, batı, hatta Türkiye’yle bile karşılaştırınca heves kırıcı. Bir pop müzik topluluğunun albüm yayınlaması, bakanlık iznine bağlı olmaya devam ediyor.Devamı »

Beraber yürüyemeyiz biz bu yollarda

Türk siyasetçilerinin sanata ve müziğe ilgilerinin ziyadesiyle kısıtlı olduğu malum. Genelde seçimler yaklaşınca ortaya çıkan, berbat ses tesisatlarıyla berbat seçim şarkılarıyla sadece gürültü kirliliği yaratan minibüs-otobüsler, siyasi partilerin müzikle ilintilerini temsil eder ülkemizde. Çok sayıda besteci de, siyasi görüşlerine göre çeşitli partilere gönüllü olarak bestelerini bağışlar ve bizi eserlerine maruz bırakırlar. Bu noktada Türkiye’de geçmişin önemli ve sevilen bestelerinin kullanıldığı vaki değildir. Olabildiğince yeni yapıtlar tercih edilir.

Oysa başka ülkelerde politik müziğe dair alışkanlıklar bizden farklı. ABD’de “Baba Bush” olarak bilinen George H.W. Bush, 1988 seçimlerinde ironik şekilde seçim kampanyasında Woody Guthrie‘nin 1940 tarihli “This Land Is Your Land” adlı klasiğini kullanmıştı. Bill Clinton, 1992 seçim kampanyasınınm şarkısı olarak Fleetwood Mac’in “Don’t Stop” parçasını seçmişti. İlginç seçimlerden biri Barrack Obama’nın rakibi senatör McCain’in mesaj dolu ABBA başyapıtı “Take A Chance On Me” olmuştu. Springsteen’in demokratlara desteği zaten bilinir, Obama’ya iki parçasını, 2008’de “The Rising“i ve 2012’de “We Take Care of Our Own“u vermesi sürpriz değildi.Devamı »

İslami hip hop ya da tesettürlü rap ya da sadece müzik

Muneera Williams, tam bir hip hop müzisyeni. Güçlü ve tutkulu sesiyle ritmik konuşması duyulduğunda, dinleyiciler buna kolayca ikna oluyor. Williams, “Müzik sadece eğlence değil, dostluk, sevgi ve umudun da yayılmasına yardımcı olabilir” fikrinde. 34 yaşındaki Williams, şarkılarında da bu fikrini beyan ediyor.

Muneera Williams ve Sukina Owen-Douglas, birlikte “Poetic Pilgrimage” adlı hip hop grubunu kurduklarından beri hayran kitleleri hızla büyümekte. Her ikisi de İngiltere’de doğmuş olsalar da, aileleri Afrika kökenli Karayip göçmenleri. Onları ilgi odağı yapan özelliklerinden biri de 2005 yılında büyüdükleri şehir Bristol’den Londra’ya yüksek öğrenim için gittiklerinde İslam dinini tercih etmiş olmaları.Devamı »

Pop müziğin kırıldığı üç yıl

Modern dünyada müziğin evrimi ve bu konuda yapılan araştırmalara, Koltukname olarak zaman zaman göz atıyoruz. Kimi zaman oldukça şaşırtıcı çıkarımlarla da karşılaşıyoruz. Meşhur bilim cemiyeti Royal Society tarafından hazırlanan bir bilim dergisinde yayımlanan, ABD’deki müzik zevkinin evrimi konusundaki araştırmanın sonuçları da ziyadesiyle ilginç.

Londra Kraliçe Mary Üniversitesi bünyesinde yapılan araştırma kapsamında, ABD müzik listelerinin ilk 100’üne girmiş tam 17.094 parça incelenmiş. Araştırma sonuçlarına göre 1960-2010 yılları arasında dinleyicilerin genelinde müzik zevki hafif bir biçimde ama sürekli olarak değişmiş. Kâh rock müzik kâh soul beğenilir olmuş. Ama büyük kırılımlar bu 50 yıl içinde üç kez yaşanmış.

Yapılan analize müziğin tınısındaki değişimler, kullanılan akor dizileri gibi özellikler incelenmiş ve parçalar müzik türlerine ve alt kategorilere göre sıralanmış. Ayrıca The Beatles ve The Rolling Stones gibi grupların imajları, görünümleri ve tarzları da incelemeye dahil edilmiş.Devamı »

Apple tek, siz hepiniz

8 Haziran 2015 Pazartesi günü Apple’ın en üst yöneticisi Tim Cook, şirketinin yeni internet müzik hizmetini tanıtırken “müzikte yeni bir çığır” sözlerini kullandı. Apple için müziğin anlamı, düne kadar MP3 formatında şarkılar satmaktı. 2003 yılından beri iTunes ve iPod’lar, dev şirkete milyarlarca dolar kazandıran büyük bir gelir kapısı olmuştu.

İlk ortaya çıktığında bu devrim, herkese renkli ve sevimli bir dünya vaat ediyordu. Üstelik taşınabilir minik bir alet sayesinde müziğinizi cebinize koyup yollara düşebiliyordunuz. Minyatür boyutuna ve hafifliğine rağmen binlerce müzik parçasını depolayabiliyor, müzikleri yasal yollarla, yüksek kalitede ve makul fiyatlarla elde edebiliyordunuz. Ve ilginç olan, bu tedariği Warner, Sony ya da diğer müzik şirketleri değil, bir bilgisayar ve elektronik şirketi olan Apple aracılığıyla yapmanızdı.Devamı »

Eurovision: Kimin eli kimin cebinde?

Elnur Huseyinov

İster Türkiye’nin yüzünü artık batıya dönmekten vazgeçtiğine ister politik güç savaşlarına bağlayın, Eurovision şarkı yarışması son yıllarda Türkiye’de pek popüler değil. Oysa dünyanın ilgisi artmakta. Bu yıl, teamüllere aykırı gibi gelse de, Avustralya da yarışmaya dahil oldu.

Türkiye için, Sertap Erener’in, sesini, ecnebi lisanı ve popüler müziğin öğelerini ustaca kullandığı parçasıyla ve gurbetçi Türklerin telefon oylamasındaki yadsınamaz desteğini de alarak 2003 yılında kazandığı birincilik bir milat olmuştu. 2003’e kadar bir kez üçüncülük, bir kez de yedincilik gibi “şerefli mağlubiyetlerle” dolu mazimiz, hep, “Bize karşı birleşen haçlılar”, “Türkleri sevmeyen Avrupalılar”, “Birbirini kollayan komşular”, “Süregelen Kıbrıs ambargosu” gibi açıklamalarla rasyonelleştirilmişti.Devamı »

Pop ikonu olarak yaşamak ya da ölmek, işte bütün mesele bu

Popüler sanatçılar arasında efsane mertebesine çıkmak için erken ölmek kısa yollardan biri olarak görülebilir. Bu konuda 27 yaşında hayatını kaybedenlerin de özel bir yeri olduğu söylenegelir. Hatta “27’ler Kulübü” adıyla anıldıkları bile bilinir. Jimi Hendrix, Janis Joplin, Jim Morrison, Kurt Cobain, Brian Jones gibi unutulmaz isimlerin üyesi olduğu kulübe son olarak, uzun zaman uyuşturucu bağımlılığı sebebiyle ölüme meydan okuyan Amy Winehouse katılmıştı.

Bu 27 konusu, oldukça boş vakti olan bir takım istatistikçilerin de kafasını kurcalamış olsa gerek, oturup 1956-2007 yılları arasında İngiltere müzik listelerinde 1 numaraya yükselmiş bir albümü olan 1046 müzisyene ait bilgileri toplamışlar. Bu müzisyenlerin 71 adedi, yani %7’si hayatta değil. Ölümler ise 27 yaş etrafında toplanmıyor.Devamı »

Evlilik aşkı, formüller müziği öldürüyor mu?

David Gilmour ’75 yılının bir kış günü, arkadaşının kendisine ilettiği demoyu dinlediğinde “Bu kızda iş var,” demiş olsa gerek. Zira cebinden ödediği parayla o minik kızın düzgün birkaç kayıt yapmasını ve zamanın en büyük plak şirketlerinden EMI’a götürüp sözleşme yapmasını sağlamıştı. Gilmour’un yeteneği algılamakta mahir duyarlılığı sayesinde Kate Bush gizli bir elmas olmaktan kurtulmuştu.

Bugün işler artık pek böyle yürümüyor. Dijital devrim her şeyi olduğu kadar müzik endüstrisini de kökten değiştirdi. Eskiden plak şirketleri büyük hitler üretme potansiyeli olan müzisyen ya da grupları avlamak için işinin ehli uzmanlardan yardım alırdı. Grup ya da müzisyen bir büyük şarkı yazdığında, hemen mahir bir prodüktör devreye girer; o parçayı dillere pelesenk edecek şekilde düzenler; grubun ya da müzisyenin ve elbette şirketin çapına göre bir şehir, ülke ya da dünya turnesiyle desteklenirdi.Devamı »

Müzeyyen Senar’ın ardından: Benzemeyecek kimse sana

muzeyyensenarbbc

Muhtemelen biliyorsunuz, pek de hazzetmediği unvanıyla “Cumhuriyet Divası”nı kaybettik. Uzun, dopdolu hayatı boyunca neredeyse tüm Cumhuriyet tarihine tanıklık eden, görkemli sesiyle kurucusu dahil bir ülkeyi kendine hayran bırakan Müzeyyen Senar, artık yok. Koltukname olarak ardından bir kaç kelam etmememiz elde değil.

Senar’a benzemeye çalışan, ona öykünen ya da en basitinden bu büyük icracıyı kıskanıp kendine diva diyenler hep oldu. Ama o hep kendi kulvarında, farklı bir konumda olmayı başarmıştı. Ne bir neslin TRT radyolarından sadece sesiyle bildiği Samime Sanay, Serap Mutlu Akbulut, Mediha Şen Sancakoğlu gibi nadide solistleri; ne tüm sıradışılığına, değişkenliğine, şaşırtıcılığına rağmen sanat güneşi; ne popüler arabeskten de kaçmayan, magazin basınının gözdesi ve ülkenin belki de en afili şarkıcısı Bülent Ersoy onun durduğu yerdeydi. Eğer Syd Barrett gibi, ardından ağıt yakacak beceride bir grubu olsaydı, muhtemelen “Parılda çılgın elmas” misali bir şaheser de bugün onun için söyleniyor olabilirdi. Zira tıpkı Barrett gibi biraz sıradışı bir karakter, elmas gibi kıymetli nadir bulunur bir sanatçıydı.Devamı »

Perde kapanırken kulak kabartılanlar

Filmler; oyunculukları, senaryoları, sahneleri gibi müzikleriyle de hafızalarımızda yer edinirler. Bazılarında ise, o son sahnede çalan müzik, aklımızda kalan tek şey olur. Tüm filmin ruhunu taşıyan, darbesini vuran o son sahne, o unutulmaz parçayla mühürlenir. Bu gibi parçaları unutmak da o sahneden bağımsız düşünmek de imkânsızlaşır.

İşte size etle tırnak olmuş film sahneleri ve şarkılardan oluşan öznel bir liste:

Fight ClubPixies / “Where Is My Mind”

Fight Club, kuşkusuz tüm zamanların kült klasiklerinden biri. Chuck Palahniuk’ın aynı adlı kitabından senaryolaştırılmış bu David Fincher filmi, karakterleriyle, modern topluma vurduğu sert darbelerle, şaşırtıcı gerçekliğiyle tüm izleyenleri sarsmıştı.

Filmin son sahnesi ise, bize 80’lerin sonlarında kalmış, Kurt Cobain’in ilham kaynağı Pixies adlı grubu tekrar hatırlatmıştı. “Where Is My Mind” Fight Club sayesinde Pixies’in en bilinen parçası haline de gelmişti. O final ve Pixies parçası arasındaki kusursuz uyumu görmezden gelmek, dolayısıyla “Neymiş bu Pixies?” diye araştırmalara dalmamak elbette imkânsızdı.Devamı »

Bir Les Paul… bir Les Paul için krallığımı verirdim

Lester William Polsfuss, 2009 yılında hayatını kaybettiğinde, gitar dünyası yasa boğulmuştu. “Les Paul” adıyla bilinen Polsfuss sadece yetenekli bir caz gitaristi değil, bir enstrüman tasarımcısıydı da. Rock&roll herkesi kavrayan o müthiş, kıpır kıpır tınısına kavuştuysa, rock müziği ilerleyen yıllarda dünyayı etkisi altına aldıysa, Les Paul’un bunda payı küçümsenecek gibi değildi. Bu yüzden ünlü gitar üreticisi Gibson, 50’li yıllarda bu zatı muhteremi önce kendisine danışman seçmiş, sonra da Fender’in Telecaster ve Stratocaster’ıyla birlikte, tüm zamanların en unutulmaz gitar modellerinden biri olacak tasarımına onun adını vermişti.Devamı »

Hip hop ruhunu geri istiyor

Dünya, insanların yarattığı şiddete tarih boyu sahne oldu. Bununla birlikte, şiddet günümüzde belki de hiç olmadığı kadar yaygın ve kolay uygulanır hale geldi, hatta kendini gelişmiş ya da medeni tanımlayan toplumlarda bile sıradanlaştı.

Bunun son örneklerinden biri de kısa zaman önce ABD’nin Missouri eyaletinin Ferguson kasabasında yaşandı. Belki kendimizden başkalarına bakmaktan pek hoşlanmadığımızdan, belki şiddetin kanıksandığı bir coğrafyada olmamızdan, belki devlet şiddetini artık içselleştirdiğimizden, dünyanın öbür ucundaki olaylar basınımızda pek yer bulmadı, dolayısıyla gündemimize de giremedi. Oysa tarihindeki ilk siyahi devlet başkanına sahip ABD’de, silahsız siyahi bir gencin polis tarafından öldürülmesi ardından başlayan olaylar küçümsenecek gibi değildi.Devamı »

Geleceğin müziği ya da bir delinin şarkı defteri

L. Ronald Hubbard, 20. yüzyılın en ilgi çekici karakterlerinden biri. Eğer kendisini tanımıyorsanız, ABD’de 1993’te resmî bir din olarak tanınan “Scientology” tarikatının kurucusu olduğunu söylersek belki bir fikir vermiş oluruz.

Hubbard, 30’lu yıllarda dianetik alanında çalışmaya başlamıştı. Dianetik, ruhsal rehabilitasyona erişebilmek için geçmişin travmatik deneyimlerini ele almayı öngören ve psikoterapi öğelerine dayanan bir kişisel gelişim sistemiydi. Hubbard’ın çalışmaları, herkesi din değiştirmek için ikna etmese de, bu sistemin giderek bir inanç kimliğine bürünmesini sağladı. Özellikle de şöhretli insanların müritler arasına katılmasıyla sesini dünyaya duyurdu.Devamı »

40 yıllık akımda kesinti

Malcolm Young’ın, neredeyse yarım yüzyıl önce kardeşi Angus’la birlikte kurduğu AC/DC‘den ileri sağlık sorunları sebebiyle ayrıldı açıklandı. Açıklamada, 61 yaşındaki Young’ın hastalığının ne olduğu belirtilmemiş olsa da, şu anda gitar çalamayacak durumda olduğu ifade edildi.

Bu yılın ilk günlerinden itibaren, AC/DC’de bir şeylerin ters gittiği yolunda haberler gelmekteydi. Grubun solisti Brian Johnson, daha önce İngiliz basınına ekipten birinin can sıkıcı bir hastalığı olduğunu, ancak bunun duyulmasını istemediğini söylemişti.Devamı »