8 Mart Dünya Kadınlar Günü

Görsel: Katie Ponder
Görsel: Katie Ponder

Bir kadın hangi kültürden etkiler taşırsa taşısın, vahşi ve kadın sözcüklerini sezgiler yoluyla anlar.

Kadınlar bu sözcükleri işittiklerinde zihinlerinde çok ama çok eski bir anı canlanır ve yaşama geri döner. Bu anı, vahşi kadınsılıkla aramızdaki mutlak, inkâr edilemez ve değiştirilemez akrabalığımıza ilişkindir; ihmalden ötürü hayalete dönüşmüş, aşırı evcilleştirme nedeniyle mezara gömülmüş, içinde yaşanılan kültür tarafından yasadışı ilan edilmiş ya da artık hiç anlaşılmayan bir ilişki olabilir bu. Kadının adlarını unutmuş olabiliriz, bize seslendiğinde yanıt vermeyebiliriz, ama onu iliklerimizden tanır ve özleriz; onun bize, bizim de ona ait olduğumuzu biliriz.

Biz bu köklü, temel ve ilksel ilişkiye doğduk ve özümüz de buna dayanmaktadır. Vahşi Kadın arketipi, birincil önemi olan anaerkil varlığın kılıfı işlevini görür. Sezgi düzeyinde de olsa, onu yaşadığımız anlar vardır ve bu anların devam etmemesi bizi deli eder. Bazı kadınlar için vahşi olanın bu hayat verici “tadı” gebelik sırasında, çocuklarını emzirirken ve büyütürken onlarda görülen değişim mucizesi sırasında, sevilen bir bahçenin müdavimi olmak gibi bir aşk ilişkisinin müdavimi olduklarında çıkagelir.

Kadınlar onu yitirip tekrar buldular mı, ne pahasına olursa olsun korumaya uğraşırlar. Tekrar ele geçirince onu korumak için çok çetin savaşlara girerler, çünkü onunla birlikte yaratıcı hayatları çiçek açar; ilişkileri anlam, derinlik ve sağlık kazanır; cinsellik, yaratıcılık, iş ve oyun döngüleri yeniden kurulur; artık başkalarının yıkıcılıklarına hedef olmazlar; doğanın büyüyüp serpilme yasaları nezdinde eşit haklara sahiptirler. Artık gün-sonu-yorgunluklarının sebebi çok küçük bir zihinsel alanda, iş ya da insan ilişkilerinde kısılıp kalmaları değil, doyurucu çalışma ve çabalardır. Sezgisel olarak çevrelerinde ölümün ve yaşamın ne zaman gerçekleşmesi gerektiğini bilirler; nasıl çekip gidileceğini bilirler; nasıl kalınacağını da.

Devamı »

Koltukname 4 yaşında (ve çekiliş)!

koltukname4yasinda5 Ocak 2012’de kurduğumuz Koltukname, bugün 4 yaşına girdi. 2015 yılında ne yazık ki istediğimiz kadar haber paylaşamadık, sizlerden fazla uzak kaldık. Yine de 2016’ya gelenekleri sürdüren bir başlangıç yapmak adına yıl sonunda bizi en çok etkileyen albüm, film ve kitapları paylaştık. Şimdi de iki senedir yaptığımız doğum günü çekilişini sürdürüyoruz.

Çekiliş her zamanki gibi geçtiğimiz yıl bizi en çok etkileyen kitaplar listesinden yapılacak. Bu yazının altına 14 Ocak Perşembe gününe kadar yorum bırakan okurlarımızdan birine, aşağıdaki kitaplardan istediğini bir tanesini yollayacağız. Kitapları seçerken yardımcı olması için listemize göz atabilirsiniz.

Yorumlarınızı bekliyoruz. Herkese iyi seneler.
Devamı »

Beraber yürüyemeyiz biz bu yollarda

Türk siyasetçilerinin sanata ve müziğe ilgilerinin ziyadesiyle kısıtlı olduğu malum. Genelde seçimler yaklaşınca ortaya çıkan, berbat ses tesisatlarıyla berbat seçim şarkılarıyla sadece gürültü kirliliği yaratan minibüs-otobüsler, siyasi partilerin müzikle ilintilerini temsil eder ülkemizde. Çok sayıda besteci de, siyasi görüşlerine göre çeşitli partilere gönüllü olarak bestelerini bağışlar ve bizi eserlerine maruz bırakırlar. Bu noktada Türkiye’de geçmişin önemli ve sevilen bestelerinin kullanıldığı vaki değildir. Olabildiğince yeni yapıtlar tercih edilir.

Oysa başka ülkelerde politik müziğe dair alışkanlıklar bizden farklı. ABD’de “Baba Bush” olarak bilinen George H.W. Bush, 1988 seçimlerinde ironik şekilde seçim kampanyasında Woody Guthrie‘nin 1940 tarihli “This Land Is Your Land” adlı klasiğini kullanmıştı. Bill Clinton, 1992 seçim kampanyasınınm şarkısı olarak Fleetwood Mac’in “Don’t Stop” parçasını seçmişti. İlginç seçimlerden biri Barrack Obama’nın rakibi senatör McCain’in mesaj dolu ABBA başyapıtı “Take A Chance On Me” olmuştu. Springsteen’in demokratlara desteği zaten bilinir, Obama’ya iki parçasını, 2008’de “The Rising“i ve 2012’de “We Take Care of Our Own“u vermesi sürpriz değildi.Devamı »

Bu defa gitmemesi ümidiyle…

ahmethamditanpinar

Politikadaki hürriyet, bir yığın hürriyetsizliğin anahtarı veya ardına kadar açık duran kapısıdır. Meğer ki dünyanın en kıt nimeti olsun; ve tek insan onunla şöyle iyice karnını doyurmak istedi mi etrafındakiler mutlak surette aç kalsınlar. Ben bu kadar kendi zıddı ile beraber gelen ve zıtlarının altında kaybolan nesne görmedim. Kısa ömrümde yedi sekiz defa memleketimize geldiğini işittim. Evet, bir kere bile kimse bana gittiğini söylemediği halde, yedi sekiz defa geldi; ve o geldi diye biz sevincimizden, davul, zurna, sokaklara fırladık.

Nereden gelir? Nasıl birdenbire gider? Veren mi tekrar elimizden alır? Yoksa biz mi birdenbire bıkar, “Buyurunuz efendim, bendeniz, artık hevesimi aldım. Sizin olsun, belki bir işinize yarar!” diye hediye mi ederiz? Yoksa masallarda, duvar diplerinde birdenbire parlayan, fakat yanına yaklaşıp avuçlayınca gene birdenbire kömür veya toprak yığını haline giren o büyülü hazinelere mi benzer? Bir türlü anlayamadım.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü